1998-99 tarihlerinde yayımlanan ve 1999’da “En İyi Yeni Seri” ödülü alan Paul Jenkins and Jae Lee imzalı Inhumans Vol. 2, hem başarılı kurgusuyla hem de göz dolduran çizgileriyle Inhumans alemine girmek için iyi bir başlangıç olabilir
Inhumans Marvel’in şimdiye kadar çok fazla ön planda olmayan ancak adım adım ana ekrana yönelttiği bir çizgi roman serisinin adı. Oldukça vasat başlayıp bölümler ilerledikçe gizemleri artan Agents of S.H.I.E.L.D. dizisinde bu sıralar Inhumans (İnsan dışı) isimli bu topluluğun ne olduğu yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor. Kabaca anlıyoruz ki bu arkadaşlar da bir grup özel insan. Peki onları diğerlerinden farklı kılan ne? X-Men serisine dönüp baktığımızda nasıl ki azınlık sorunları ile karşılaşıyor ve yüzleşiyorsak Inhumans’ta da en özet ifade ile “Yabancı” sorunu ile karşılaşıyoruz. Yabancı ve bilinmeyene karşı insanın korkusuyla karışık hor görme özellikleri burada da karşımızda. Hem dizide hem de çizgi romanda durum bu.
1999’un ‘En İyi Yeni Seri’si
Dizideki verileri bir kenara bırakıyoruz. Zira orada hala birçok şey muamma. Çizgi roman üzerinden gidelim. Size bu yazıda Inhumans’ın 1998-99 tarihlerinde yayımlanan Paul Jenkins and Jae Lee imzalı Inhumans Vol. 2 serisini anlatacağım. Ve bu seri üzerinden Inhumans alemine bir girişi yapacağız. Inhumans serileri arasında birçok kişlinin gözdesi olan bu seri, yayınlandığı yıl Eisner Ödülleri’nde “En İyi Yeni Seri” ödülü de almış.
Bir deneyin artıkları
Inhumans, Attilan isimli bir gizli şehirde insanlardan kendilerini soyutlayarak yaşayan bir topluluk. Onlar, Skrull’larla bir savaş halinde olan Kree’lerin Dünya denilen gezegende başlattıkları bir deneyin sonuçları. Daha doğrusu o deneyin artıkları. Zira bir noktadan sonra Kree’ler tası tarağı toplayıp gidiyorlar. Inhumans halkı kendilerine göre şekillenmiş sınıflar arasında katı kuralların olduğu bir toplum yapısına sahip. Topluluk üyeleri zamanları geldiğinde Terrigen kristallerinden yayılan sise (Terrigen Mist) maruz bırakılıyor. Bu sis, onların dönüşümlerini ve içlerindeki gizil gücün açığa çıkmasını sağlıyor. Ama bir dakika duralım! Hiçbir gücü olmayan ve hatta sisten sonra ilkel insanlara (Alpha Primitive) dönüşenler de var. İşte onlar toplumun alt tabakalarına, zor işlere gönderiliyor. Yine de “Bu ne biçim toplum” demeyin hemen. Önce hikayeyi okuyalım!
Hiç konuşmayan kahraman!
Hikaye Attilan Kralı Black Bolt’un gökyüzünde süzülerek uçarkenki görüntüleriyle ve dış sesin “Farz edin ki, hayatınızın geri kalanında tek bir kelime dahi söyleyemeceksiniz. Tek bir of, tek bi ah, tek bi vah… Ve sonra farz edin size tek bir şans verilecek. Tek bir kelime! Ne söylerdiniz?” sözleriyle açılıyor. Black Bolt, hiç konuşmuyan bir süper kahraman. Çünkü ağzından çıkacak tek bir fısıltı bile dünyayı yok edebilir. Serinin ilk bölümünün sonunda o tek kelimeyi söylüyor Black Bolt, ama bakın ve görün ne şekilde!
Medusa, Karnak ve Gorgon
Bu açılışın ardından tek tek kraliyet ailesi üyelerini geziyor hikaye. Biz de bu sayede onların kim olduğun u öğreniyoruz. Medusa, Black Bolt’un karısı. Hiç konuşmayan kocasının düşünceleren aktaran kişi Medusa ve her Medusa gibi onun da olayı saçları. Medusa, upuzun, kızıl ve çelik gibi sertleşebilen saçlarını birer bıçak gibi kullanıyor. Medusa’nın ardından Black Bolt’un iki kuzeni Gorgon ve Karnak’a geliyoruz. Gorgon, onurlu, yenilgiyi kabul etmeyen, savaşçmaktan korkmayan keçi ayaklı, güçlü bir adam. Ayağını yere vurarak sismik dalgalarla depremler yaratabilen bir keçi adam! Karnak ise belki de hikayenin en karizmatikl tiplemesi. Uzakdoğululara benzeyen bu yüzü dövmeli zayıf adam, var olan her şeyin çatlağını, zayıf noktalarını görebiliyor. Onun açmazı şimdilik Black Bolt. Çünkü onda bir çatlak göremiyor ve bu ona göre normal bir şey değil!
Ailenin diğer üyeleri
Bir sonraki sahnede masa kalabalıklaşıyor. Karnak’ın kardeşi Triton ve Medusa’nın kızkardeşi Crystal da orada. Triton bir balık adam. O, “Bunun olacağını küçüklüğümden bir biliyordum Benim yuvam sular” diyen bir adam. Crystal ise dört elementle her istediğini yapabilen bir kadın. Güzel kadın olmasından mütevellit hem Ronan’la hem de Quicksilver’la ilişkileri olmuş. Quicksilver’dan bir de çocuğu var. İsmi Luna. Süper kahramanlar çocuğu! Aileyi tamamlayan son halkalar ise Black Bolt’un tutsak edilen kötü kardeşi Maximus the Mad (Çılgın-Deli Maximus) ve teleport (ışınlanma) özelliği olan dev köpek Lockjaw. Bir de ikinci halka var ki onlar da kraliyet muhafızları olarak geçiyor. Dinu, Naanis ve Neifi. Onlara bu hikayede Terrigen sisinden geçen Nahrees, San, Tonaja gibi yeni nesil Inhumanlar eşlik ediyor.
İnsanlarla ilk temas
Aileyi tamamladığımıza göre artık hikayeye geçebiliriz. Hikayemizin ana olayı Inhumans topluluğu ile insanların ilk teması. Peki, kendilerini insanlardan izole eden bu toplum, nasıl oluyor da ortaya çıkıyor? Elbette hücresinde boş durmayan Maximus the Mad sayesinde. Onun eline su döken ise toplumdaki kast sistemi. Maximus’un elinde bir kez iletişim kurabildiğinde kullanabileceği bir ezilmişler topluluğu var: Alpha Primitive’ler. Bunun için de gerekli düzenlemeleri yapıyor Maximus. İnsanlarla teması kurarken de ona sürpriz bir Avengers üyesi yardım ediyor! Ve her patlamada gördüğümüz efektle Ba-Koom! Attilan şehrini koruyan kubbe ilk yarayı alıyor.
Umutsuzluk ve çıldırma
Peki Black Bolt ne yapıyor? Tek bir kelime etmiyor tabii ki! Ama tek bir eyleme de girişmiyor! Black Bolt, pasif direnişe geçerken başta Gorgon olmak üzere aile üyeleri umutsuzluğa düşmek ve çıldırmak arasında gidip geliyorlar. Bir yandan kubbenin dışında da savaş devam ediyor. İnsanlar ve Inhumanlar! Peki sonunda ne olacak. Bu kısmı spoiler’a gireceği için es geçiyoruz. Ancak şu kadarını söyleyelim. Okurken “Bu sessizlik ne kadar uzun sürdü, haydi artık sonunu getirin” demeyin. Zira, anlatılan her sahne son iki bölümde bir yerlere bağlanıyor. Hiçbiri boşuna değil. O sessizliğin ardında olanları yalnızca görmek için değil, anlamak için de bu bölümleri dikkatle okumanızı öneririz.
Sahneyi geri çağıran kurgu
Paul Jenkins and Jae Lee imzalı bu seride yazar Jenkins, hikayeyi başarılı bir kurguyla anlatıyor. Buraya bir parantez açalım. Zira birbiri ardı sıra gelişen olaylar zinciri şeklinde giden onlarca hikaye var. Ancak sizi başa döndüren, hikayenin orta yerinde başka bir sahneyi çağıran bir anlatım oturtulunca çizgi roman gerçekten tat veriyor. Jenkins’in başarısı kanımca burada. Çizer Jae Lee ise gerçekten göz doyurucu bir iş çıkarmış. Her karakter ayrı bir özeni anlatırken, bazı sahneleri yalnızca izlemek bile keyif veriyor. Black Bolt’un diğer serilerine bakarsanız oradaki görüntülerin buradakiler yanında ne kadar yavan kaldığını görürsünüz.
İyi bir başlangıç noktası
Jenkins ve Lee’nin bu serisi, Inhumans’ın ilk kez ortaya çıktığı seri değil. Daha geriye bakmak isterseniz, 1975-77 arasında arasında yayımlanan başka bir seri daha görebilirsiniz. Hatta ondan da öncesinde Fantastic Four serilerinde ilk Inhumans izlerini görmek mümkün. Ancak bana sorarsanız bu yazı ile birlikte Inhumans alemine girmek için ideal ve daha ötesi oldukça keyifli bir seri.