The Cure yeniden ve en karanlık haliyle!

The Cure’un 16 yıl sonra çıkardığı yeni albümü Songs of a Lost World, Robert Smith’in hayatındaki kayıpların ardından karanlık bir ağıt gibi. Yaşadığımız zamanın gereksinimlerine sırtını dönen ve içe bakan albüm, ilk dinlemede zamansızlaşmayı başarıyor!

Müzik zamanla birlikte akan bir nehir. Müzik dünyasına, çıkan şarkılara, dinleyenlere bakarak zamanı okumak mümkün. Eskiden yeni ve güzel bir şarkı çıktığında olay olurdu. Bugün istatistikler günde 100 bin şarkının Spotify’a yüklendiğini söylüyor ve bugün dediğimiz aslında bir PR çağı. Reklam yaptığın kadar var olduğun bir çağ. Hız ve tüketim çağı! Böyle bir zamanda müziği çok seven bir genç, keşif için uçsuz bucaksız bir nehre atlar. İyi müzik elbette parlayan bir balık gibi orada olacaktır ama yine de şu zamanda her şeyin görünürlüğü ve değerini hızla yitirdiğini görebiliyoruz. İşte 16 yıl sonra bir The Cure albümü çıkıyor ve ne konuşan var ne yazan ne paylaşan. Biz ‘boomer’lar’ böyle zamanlarda yanılsama da olsa biraz değer kazanıyoruz 😉 Sene 2024 ve yeniden bir The Cure albümü dinliyoruz. Öncelikle bunun bir nimet olduğunu hatırlatmak istiyorum. The Cure albümle birlikte üç saatlik bir konser de paylaştı. Robert Smith, bu konser için küçükken dinlediği 3 saatlik epik bir David Bowie konserinden ilham aldığını söylüyor. Youtube’daki bu hazineyi mutlaka izlemenizi öneririm.

16 yıl sonra yeniden

Evet, The Cure’un yeni albümü Songs of a Lost World (Kayıp Bir Dünyanın Şarkıları), 4:13 Dream’den 16 yıl sonra yayınlanan ilk The Cure albümü. Ağır, karanlık bir albüm. Robert Smith’in annesi, babası ve kardeşinin kaybettiği sürecin bir yansıması bu albüm. Karanlıkta süzülen bir ağıt. Robert Smith, NME’de Andrew Trendell’e verdiği bir röportajda “Yazmaya başlamadan önce anladığımı düşünüyordum. Şimdi ise anlıyorum. Albümdeki şarkıların sözleri daha doğru, daha dürüst. Bu da albümü daha karanlık ve kasvetli yapan şey sanırım. Yaşadıklarımın karanlık yanını yansıtmak ve yine de bir şekilde insanları katmak, dahil etmek istedim.” diyor. Albümü birçok kişi farklı eski albümlere benzetse de Robert Smith en çok  “Disntegration” ve “Pornography” albümlerine benzediğini ama “Disintegration”daki gibi dikkat dağıtan şarkılar olmadığı için “Pornography”’nin daha yakın olduğunu söylüyor.

İçe dönüp bakıyor

Albüm upuzun bir intro içeren Alone ile açılıyor. Daha ilk şarkıda ve bu upuzun intro’da anlıyoruz ki zamana ayak uydurmak gibi bir derdi olmayan bir albümle karşı karşıyayız. Dışarıya bakıp yeni açılımlar yapmaktan, değişimden ziyade içe dönen ve oraya bakan ama bu kez oranın daha karanlıklarına bakan, bakarken de ruh halinin bu intro’ları çıkardığı, akarken düşünen, derinlere dalan bir albüm bu. İlk şarkı Alone ve son şarkı Endsong bir hikayenin başı ve sonu gibi. Robert Smith de Youtube’da yer alan albümle ilgili uzun röportajda daha yapım aşamasında bu iki şarkının baş ve son olacağına karar verdiğini söylüyor. “This is the end of every song that we sing” diye başlayan albüm, “Left alone with nothing, nothing” siyerek tamamlanıyor. Yani söylediğimiz şarkıların sonuna geldik ve geldiğimiz noktada elimizde hiçbir şey kalmadı!

Söylenemeyen sözler dökülüyor

Alone’u takip eden şarkı “And Nothing is Forever” ve 6. şarkı “I Can Never Say Goodbye” yine kayıplar ve ölümler üzerine sözler içeriyor. “And Nothing is Forever” hayatının sonlarına ölüme bakan kişinin “Bana söz ver sonunda yanımda olacağına ve beni hatırlayacağına” derken, kaybettiği abisi Richard için yazdığı “I Can Never Say Goodbye”, söylenemeyen sözleri kalbinden döküyor. İki şarkı da doğal olarak kasvetli ve melankolik. “And Nothing is Forever”, 70’lerden romantik bir film müziği gibi açılıyor. Bu açılış bile 2 dakika 40 saniye sürüyor ki bu uzun intro’ların etkisinden sonda söz edeceğim. Alone’un karanlık da olsa yenileyici modundan sonra biraz ilgi düşürdüğünü söyleyebilirim. Öte yandan iki şarkı da Smith’in bahsettiği açıklığa, dürüstlüğe iyi örnekler. Bu sözlerin söylenmesi gerekiyordu ve Robert Smith, bu şekilde ifade ediyor.

Hayat ve çelişkiler

“And Nothing is Forever”’ın ardından üç şarkılık bir yükseliş dönemi geliyor. Albümden “The Fragile Thing”, “Warsong” ve “Drone:Nodrone” basların hakim olduğu, gürül gürül bir sekans. Melankolinin üzerimize bir hırka gibi geçtiği ilk iki şarkının ardından silkelenme aşaması. Böyle diyorum ama yine dans etmiyoruz. Karanlık yine şarkılara hakim. Üç şarkı da insanın ve hayatın çelişkili yanlarına bakıyor. Bu anlamda bir bütünlük içerdiklerini söyleyebilirim. “The Fragile Thing”, aşkın kırılganlığına ve yine de her şey oluşuna, “Drone:NoDrone” ise yanlış anlamaların ve kaçan mutluluk fırsatların nasıl olası, genel ve kolay olduğunu anlatıyor. Ortada duran Warsong ise bugünün öfkeli, sevgiden yoksun dünyasına yazılmış gibidir ve hepimizin nasıl kendi yalanlarımızı inşa ederek birbirimizi suçladığımızı anlatır.

6 dakikalık intro!

Bu üç şarkının ardından sona yolculuğumuz başlar. “I Can Never Say Goodbye” az önce bahsettiğim gibi bir kardeşe veda şarkısıdır. “All I Ever Am” ise geriye dönüp baktığımızda gördüğümüz hayaletler ve şimdiki halimiz üzerinedir. Robert Smith, hayata bakar ve kendi çelişkilerini, kuruntularını anlatır ve sonra “Hiç şimdiki kadar sessiz değildim” der. Ki bu da bizi albümün zirvesi “Endgame”’e götürür. “Endgame”, tam 6 dakika 23 saniyelik bir intro içeriyor! 6 dakika boyunca karanlığın ortasında bir başımızayız. Bu upuzun intro’lar albüm boyunca şu hissi veriyor: Önce şarkının içerdiği ruh haline giriyoruz. Döne döne bir sis bizi sarmalıyor. Her şarkıda başka bir meramı var sisin. Yİne de aynı sis ve bizi sürekli karanlığa bakmaya çağırıyor. Sonra şarkının orta yerinde Robert Smith söze giriyor. Her defasında uzun uzun düşünülüp de söylenmiş ilk cümle gibi. Alone’da “Söylediğimiz şarkıların sonuna geldik!” diyor, “And Nothing is Forver”da “Bana orada olacağına söz ver” diyor, Warsong’da “Acı sonlar için nasıl savaşa başladığımız bir gizem” diyerek söze giriyor. Hiçbir cümle boşa çıkmıyor ağızdan. Sisin içinde demlene demlene geliyor. “Endgame”in 6 dakikalık intro’su da son sözlerini söylemek üzere “Dışarıda karanlığın içindeyim, kanlı aya bakıyorum” diyerek sözlerine giriş yapıyor. Her şeyin geçtiği ve hiçbir şeyin kalmadığı üzerine bir şarkı “Endgame”. Karanlığın bütün olayının gerçeğin çıplaklığı olduğunu ve her şeyin gelip geçiciliğini hatırlatıyor. Evet çok karanlık ve umuttan hiç bahsetmiyor, dinleyene izlediğimiz hikayelerdeki “ama tüm bunlara rağmen” diye başlayan bölümü vermiyor. Onun yerine “Nothing”’i tekrarlayarak perdeyi kapatıyor. Çünkü hissettiği bu ve söz öyle akıyorsa bükmek, sahtekarlık olacaktır.

Gerçeğe ışık tutmadan bakmak!

“Songs Of A Lost World”, yukarıda anlattıklarımdan anlayacağınız üzere ağır, karanlık bir albüm. Karanlık sulara eğilip kendi boşluklarımıza baktığımızı hissettiğimiz, hayata, aşka, sevgiye, insanlara üzerlerine ışık tutmadan daha çıplak bir şekilde baktığımız bir albüm. Eğer “Umut nerede?” diye sormak isterseniz, umut bu albümü icra etmekte, içini açmakta ve paylaşmakta diyebilirim. İnsan en karanlık yanına da eğilip bükülmeden bakabilmelidir. Orada gördüklerinizi içinizden dışarı akıttığınızda, karanlık, belirsizliklerini kaybeder, biraz da olsa şekil alır ve artık sadece sizin değildir. “Songs Of A Lost World”, günde 100 bin yeni şarkının pompalandığı bu tuhaf çağda, geçmişin en özgün seslerinden birinin büyülü sesiyle örülmüş, karanlık bir anıt eser. Çıktığı günde zamansızlaşan bir albüm. Teşekkürler Robert Smith, teşekkürler The Cure!

Habersiz kalmayın
Bütenimize abone olun

Kahveli Okur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin