Toprağın üstünde her şey ağır

Cynan Jones’un Galler kırsalından hikayeler anlattığı Uzun Kuraklık – Kazı, her şeyin sakin sakin anlatıldığı ama sonunda nasıl olduğunu anlamadan sizi alt üst eden iki romandan oluşuyor

İnekler, koyunlar, tavşanlar, ördekler, köpekler, porsuklar ve elbette insanlar… Cynan Jones’un Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ve SabitFikir’in 2015’in en iyi 50 romanı arasında gösterdiği kitabı Uzun Kuraklık – Kazı, Galler kırsalından hayata, ölüme, insana ve yaşama dair iki alt üst edici romandan oluşuyor. Ölü doğum yapan bir ineğin kaybolmasıyla başlayan ilk roman Uzun Kuraklık, aynı evde yaşayan Gareth ve Kate çiftinin aralarındaki git gelli ilişkiyi, evliliği, hikayenin ana hatlarından birisi olarak belirliyor. Uzun Kuraklık’ı okurken kendimi romanın ana karakteri Gareth’ın hikayesini kendi ağzından dinliyormuş gibi hissediyorum. Aslında roman tek tek farklı kişileri, yazarın ağzından anlatıyor ama merkezde olan ve yazarla özdeşleştirdiğimiz karakter Gareth. Usul usul başlayan hikayede sanki bir kulübede Gareth ile bir dolaptan çıkardığı fotoğraflara bakıyoruz. Tek tek fotoğraflar üzerinden hikayesini dinliyorum Gareth’ın. Dinlerken bizi kovalayan, sıkıştıran bir zamanın varlığından azadeyiz. Acelemiz yok. Önce ineği anlatıyor, sonra karısı Kate’i, sonra kızı Emmy’nin bir fotoğrafı çıkıyor, araya ördeklerin arsız dünyası giriyor, sonra bir tavşan hikayesi, bitmeyen bir sıcak, kuraklık… Sonra çevremizdeki hava yoğunlaşıyor, araya acı bir hikaye giriyor, her şeyin sebebi, bu odada oluşumuz, Gareth’in tüm bunları anlatmasında kolay kolay atamadığı bu hikaye var. Sayfalar ilerledikçe artık odadaki eşyalar da hikayeyi dinliyormuş gibi hissediyorsunuz. Gareth, hiç acele etmeden ama hiç de uzatmadan fotoğraflar üzerinden kendi hikayesini anlatıyor…

Şiddet eşiğinden geçen çocukluk

İkinci roman Kazı ise daha sert bir dünyayı size anlatıyor. Aslında aynı dünya anlatılan ama bu kez daha acımasız kareler çıkıyor karşımıza. Kazı, hikayeleri paralel anlatılan iki karakter üzerinden ilerliyor. Karısının ölümüyle baş etmeye çalışan Daniel isimli bir çiftçi ve hapisten yeni çıkmış, porsuk avlamaya tutklu bir eski mahkum. İkinci karakterin adı yok. Hikaye boyunca “koca adam” olarak geçiyor. Kazı, daha ilk sayfasında “Size hoş bir hikaye anlatmayacağım” dercesine bir giriş yapıyor. Hikayenin bir yerinde koca adamın bir adam ve çocuğuyla posruk avlamaya gidişi anlatılıyor. Her okuyanı farklı bir noktada yakalayacak olan roman (Jones’un genel anlatımı için de bu tanım kullanılabilir), beni en çok bu avda yakalıyor. Ava giderken koca adamdan çekinen, korkan bir çocuk var burada. Yaptıklarından ürküyor. Kanlı acımasızlığı başta bünyesine ağır geliyor. Öte yanda kendisi için savaşmayan bir porsuk görüyor. Av sonunda, daha önce yakalanan bir vizonu çocuğa armağan ediyor koca dam. Orada çocuk ödülünü almış gibi hissediyor ve adama yakınlık duyuyor. Porsuğu (kurbanı), kendisi için savaşmadığından dolayı suçlayan çocuk, koca adamla kurduğu yakınlıkla artık şiddete daha aşina, şiddeti daha kolay uygulayabilecek bir yapıya bürünüyor. “Çocuk porsuğun pasifliğini, sıvışmaya ya da direnmeye çalışmamasını anlamıyordu. Adrenalinin yardımı ya da hızın heyecanı yokken porsuğa karşı bir nefret geliştirmek zorundaydı; sonunda porsuğa saygı duymamasını sağlayan şey hayvanın isteksizliği, mücadele etmeyişi olmuştu.” Şiddet, acımaszılık, katillik, geçilmesi gereken bir eşikmiş de sanki, çocuk avla ve daha korkuncu dostlukla o eşikten erken yaşta geçiyor! “Koca adam başıyla çocuğun köpeğini işaret etti. Sıçan avında iyi olan köpekler vizon da avlamalı.(…) Adrenalin artık geri gelmeye başlamıştı ve köpeğine bakarken koltukları kabardı. Kumsal misali toprağın üstünde dururken tatlı bir zalimlik vardı içinde. Bu gece vizona başlatırım, dedi kendi kendine.

Taşra Edebiyatı ve Jones

Uzun Kuraklık – Kazı, Türkiye’de Hasan Ali Toptaş ile birlikte yükselen, Mesut Varlık’ın kitaba dönüştürdüğü, sempozyumlarının yapıldığı Taşra Edebiyatı tartışmalarını (meselesini) hatırlatıyor. Elbette bunun sebebi yalnızca hikayelerin taşrada geçmesi değil. Cynan Jones’un kaleminde dilin kendisi de başkalığını hissettiriyor. Bunu tanımlamak, anlatmak pek kolay değil. Uzun Kuraklık’da kurgunun, ineğini aramak için dağ bayır gezen adamın adımları gibi dolandığını, Kazı’da porsuk avındaki şiddetin o geniş mesafelerde kayboluşunu, her iki hikayede zaman ve mesafe algısının kelimeler üzerinde dolaştığını hissedebiliyorsunuz. Jones, anlattığı hikayelerinin havasını, rüzgarını, zaman ve günışığı hissini, her şeyi hikayesine sindirmiş sanki. Dolayısıyla oradalığı, orada olma hissini fazlasıyla yaşatan iki roman var karşımızda. Sayfalarını çevirip tamamlasanız da zamanın asılı kaldığı bir evde, baktığınız, hikayelerini sorduğunuz fotoğraf albümleri gibi kalıcı etkiler bırakan iki roman. Cynan Jones’un dilinde her şey çok sakin anlatılıyor, her şeyin çok farkındasınız, her şeye hazırlıklısınız ama siz, zamanın tek bir hatta ilerlemediğini unutsanız da, yumruğu karnınızda hissettiğinizde, bunun birden olmadığının da aynı anda farkında oluyorsunuz. Toprağın üzerindeki zamanın ağırlığı sizi yanıltıyor. Yumruğu görebilirdiniz ama göremediniz. Şimdi karnınızda ağır bir yumruk var ve onun da acelesi yok!

 

uzun-kuraklik-kazi

Uzun Kuraklık – Kazı
Cynan Jones
Çev: Kıvanç Güney
Yapı Kredi Yayınları, 2015
175 Sayfa

 

Haber görseli: Daniel van der Putten

Habersiz kalmayın
Bütenimize abone olun