kum saati

Dile kolay bir zaman hatası…

Bir zaman hatası ya bu; 2020 yazındayız artık! Evimizin penceresinden yaz mevsiminin göğüne bakarken hayatta hâlâ çok tuhaf şeyler olmaya devam ediyor.

Dönemin açılış korkusunu yazarken sürecin belirsizliğinden emindim ama bu kadarını beklemiyorduk hiçbirimiz. Dahası evrilmek, aynı yüzyıl içerisinde olunca iş teknik anlamda da zor. Daha önceki yazıda da olduğu gibi bu döneme sebep olan o “şey”in adını anmak istemiyorum. Sadece bir zaman verebilirim en hatalı yerinden… 2020 yazındayız biz artık!

Bu dönemde yazacağım çok fazla konu olabilir ama ben burada; Kahveli Okur formatına ters düşmeden hızlıca bir sıralama yapmak istiyorum. Evet, bir zaman hatası oldu ama onların içinde sağaltan, delirten, yücelten ve deviren bir liste yaptım. Evimizin penceresinden bu sene gel(e)meyen yaz mevsiminin göğüne bakarken hayatta hâlâ çok tuhaf şeyler olmaya devam ediyor.

Kişisel gelişim diliyle konuşmayan kalmadı

Her şeye şöyle başladık, “E biz ne halt edeceğiz?” Bu o kadar çok uçluydu ki herkes kendi el yordamı iyiliğini aradı; fena halde karanlıkla yüz yüze gelirken… Bir kısmımız o karanlığı (karantina ve pandemi gibi) zaten tanıyormuş… Büyük itiraflar… Herkesin ne kadar büyük bir sözü varmış bunca zamana sakladığı… Kişisel gelişim diliyle konuşmayan tek bir insan kalmadı, diyebiliriz rahatlıkla. İçimiz tükendi, kafamız dolup taştı; kişisel gelişimcilerin sadelik örüntüsüyle ettikleri kocaman kocaman laflardan. Herkes bir şeyin peşine düşecekti elbet ama kişisel gelişim konusu herkesin üzerinde en hızlı hak iddia edebildiği alanmış meğer. Enerjiler havalarda uçuşuyor, ahkâmların kesilmediği tek bir mecra yok; dahası hepimizin enerjisi de hiç olmadığı kadar düşük. Sımsıkı bir dilemma… Yarasına bant aramak yerine ötesine berisine yara dersi vermek…

Bu dönem herkesin Platon’un o çok minnoş idealist mağara mitosundaki gibi olduğuna tanığız ama soru şu; ‘Karanlıkta mısın yoksa ışığı gören mi?’ Yanıtı saçma sapan el yordamı ve içi boş sözlerde aramak yerine etrafımızda olana bitene kafamızı çevirebilsek…

Nefret kendi sonuna doğru koşarken

İlkin, hazır da dönem “Pride” yani “Onur Haftası” iken bir yanı delice güçlenen LGBTIQ+ ve onları gördükçe şaha kalkan Lûtçular konusuna bakalım. Aslında eskisinden çok daha ötedeyiz ama hala çocuğum eşcinsel olsa bana ne diyenleri taşlama hazzından, Allah korusun diyerek modernizm maskesinin altına kaçmaktan da sıyrılamayacağız. Şahane kazanımlar, konuşulabilir hale gelen “Eşcinsel evlilikler” ve hala gördükleri yerde öldürdükleri o “efemine”ler… Bitmeyecek, Black Lives Matter, Pride Month ve ötesi…  Hâlâ bu yüzyılda süren ve adını anmak istemediğim o sonsuz ölüm hatırlatmasıyla (dengesiz virüsümüz) burun burunyken, ışığımız, buzulumuz, suyumuz tükenmişken bunu yazıyor olmaktan utanıyor olsam da dünyada bitmeyen o nefret, kendi sonuna doğru bağımlı bir şehvetle koşuyor. Olsun, artık en azından sesimiz var… Olsun hala kaybetmeye ve kana doyamadık! Bu yıl onur haftasını, aya çevirdik, artık haziran tamamen gökkuşağı renkleriyle hatırlanacak. Bazı markaların Pride Month’a özel tasarımlarıyla verdikleri desteklere de bakabilirsiniz.

Kendi evinde yabancı olmak onların yazgısı değilmiş yalnızca…

Tüm bunlar olurken hayvanların coşkuyla Dünya denen gezegende salınışını; evde ağzımıza kadar depresyona tutsakken, onların pencereden “Naber?” demesini izlemekse garip bir sağaltım oldu. Kimine göre hiçbir şey değişmeyecek; kötü hep kötü kalacaktı. Ama biraz olsun evlerinde yabancı olmadan birkaç ay geçirdiler. Kendi evinde yabancı olmak, onların yazgısı değilmiş yalnızca… Şimdi hepimiz sığamadığımız evlerimizden bir an önce kaçıp gitme hayali kuruyoruz. Ama Dünya da bizi memnuniyetle buyur edecek gibi görünmüyor, bir süre daha!

Nefret söylemi konusunda adım adım güçleniyoruz, derken ihtimal dâhilinde olsun olmasın; kocasından dayak yediğini söyleyen bir kadına, “Neden Şimdi?” diye soran ve en sevdiğim (!) salon entejilansiyasının da kendini daha fazla tutamadığını gördük. Farklılıklara doğru bir göz yaratmak isteyen kadınların da içinde çaresiz nefes alan o kabulleniş… Hadi kastırmadan diyeyim; en yakının olacak olan kişi, aslında ilk korkman gereken çıktı. İnsan insana bunu nasıl yapar, hele ki ölümün ve şiddetin kadınların ensesinden soluğunu bir türlü kesmediğini bilerek, sabah akşam sosyal medyalarında ağlak duyarlılıklarını sürdürerek. Artık yemiyoruz!

Döneme uyan anime: 7 Seeds

Bir iki film, dizi, şarkı, kitap önerisiyle bu dönemin ne kadar süreceğine değil de içine daha neler sığdırabileceğimize göz atalım;

7 Seeds, hakkında üç beş sayfa yazabileceğim bir anime. Nasıl denk getirildi diyemiyorum, tam Netflix zamanlaması… Dünyanın sonunda hala bir şeyleri sevme şekliniz hatta o bir şeyler aynı mı? Sora sora günler geçirilebilir… Yumi Tamura tarafından yazılan bir Japon manga serisinin diziye dönüşmesi pek sevindirici oldu ancak pandemi vs derken 3. sezonu beklemek zorunda kalacağımızı da söyleyeyim.  Tam olarak yaşadığımız döneme uyan ve elbette anime sevenleri, manga sevdalılarını da heyecanlandıran bir yapım olmuş. Bu türlere yakın değilseniz bile aklınızı çelecek çok fazla güzellik var 7 Seeds’te.

7 Seeds karakterler
7 Seeds

Geç bir keşif: Can You Eever Forgive Me?

Film konusunda şaşırtan bir geç keşif olarak, “Can You Ever Forgive Me?” 2018 yapımı olan ve yönetmenliğini Marielle Heller’in yaptığı kara komediye doğru da sık sık salınan bir film. Bir biyografi yazarının elindeki gücü neye çevirebileceğine dair sürprizlerle dolu. Yazmanın, hiçliği bir anda mucizeye dönüştüreceğini görmek güzeldi. Masum bir çaresizlik, egoyla beslenir, üstüne bir de size “güç” kazandırırsa… Tek yapmanız gereken hayatınızı kimsenin okumadığı şeyleri okuyup yazarak geçirmeniz.

Can You Ever Forgive Me? Baş karakter
Can You Ever Forgive Me?

İz bırakacak bir kitap geliyor!

Kitap dendiğinde akan sular birbirine giriyor ki en çok böyle bir dönemde herkesin kalan ömrünü “Ben çok okudum.” diyeceği kadar üstün körü malzemesi çıktı gene… Uzun, çok uzun zamandır işi gücü kitaplar olan biri; sosyal medyanın burnumuza soktuğu paylaşımlarda, (Nilgün Marmara, Tomris Uyar ve Sabahattin Ali alıntılarıyla) o “mış gibi” metaforlara dayanmazken artık sadece sessizce kitaplarımızı okuyabilsek, iyi kitaplar yazılsa; yazanlar yeniden değer görse… Yayımlandığı gün aşkla bahsedeceğim; hem de öykü gibi bu dilde gittikçe zorlaşan bir türde bir kitap önerim olacak. Kadınlar demiştik, dile dolanan; kim olduğuna dönüp hiç bakılmamış “slogan” kurbanı o güzel kadınlar. Hepsi ve ötesi, Gülümsün Tansev kaleminden, kalbimize iz bırakmaya geliyor. Alın size reklam dilinden bir müjde: Çok yakında!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Habersiz kalmayın
Bütenimize abone olun