Ayşe Marika Sağlam Painting
Resim: Ayşe Marika Sağlam

Şuradan şuraya ölmem

“Seç beğen al, ölümlerden ölüm beğen,” denmiyor ya… Bizde seçenek sonsuz. Burada bir lira farkla büyük boy seçimi var.


Bu yazının nasıl yazılacağını, ilk kez ben de bilmiyorum. Uzun zamandır; gerek edebi metin düzeltilerinde gerekse –genç- arkadaşlarımın diline pelesenk, “coğrafya kaderdir”i sorguluyorum. Aslında bazen nokta atışı ‘yeni’ tanımlarımız var… Kızamazsın, inkâr etsen ayıp olur. İşte bunca geleneksel bir insana da yol açtı bu sloganvâri söz. Büyük punto belki, belki spot başlık ama nasıl çiğ hâlâ…


Burası, bu coğrafya rengahenk, karmakaos ve bu yüzden ne kadar öteye gitsen, ne kadar kızsan hücrelerine işlemiş… Gel gör ki son birkaç yıldır ölümleri, taciz denemeyecek ölçütte tahribatları konuşurken öyle bir yıl pelesenk oldu ki dilimize, çıkacak gibi değil… Bu coğrafya bize her ölçütte ölüme kafa tutmayı öğretmişti hâlbuki. ‘Atın bile ölümü’ arpadandı, ‘nefes alsa yetiyor’du… Biz ölüme çaresiz kalmayı bilirdik. En azından benim jenerasyonum böyle bildi. Öncesi romantikleştirilen yıllar. Ki… Asla romans değil kan kokan yıllardı. Her neyse, covid ve pandemi, maske ve karantina, yasak ve temas dilimize dolanırken Dünya yörünge değiştiriyor, bir yerler yanıyor, iklimler alaşağı ediliyordu. Bu sırada gülmeyi, âşık olmayı, birilerine sımsıkı tutunmayı unutmaya başladık. Ama burada eş zamanlı olarak kız çocukları, kadınlar, hayvanlar ve ne yazık ki şaka gibi ilenmelerin ve olmazsa olmaz Lût Kavmi’nin öncülük ettiği cinsel ayrımcılık; dur durak bilmeden, azıcık ötede nefeslenemeden sürdü. Ölenlerin, adını yavaş yavaş unuttuğumuz güzelim yüzlerin varlığını unutturacak hızda geldi her şey.

Ayşe Marika Sğlam resim
Resim: Ayşe Marika Sağlam


İnsanlar hiç yere bir sokak arasında


Ölümün hepi hiçi yok… Yıllar önce Türkiye’de çalışmaları olan bir sosyolog sözü mü sosyal mit mi anımsamadığım haliyle şöyle geçer kayıtlara; “Burada insanlar tesadüfen yaşıyor.” O zamanlar taşınırken akrabasına üçüncü kattan ‘kolaylık olsun’ diye buzdolabı atan adam vardı… Onca merdiven yerine… Genele bakınca eskiden; hem güler hem ağlardık. Bazen mizahi millet olmanın övüncü bile ağır basardı. Sahi, hangi ülkede insanlar korona geçmiş olsununa gidip maaile virüs kaptı? Ve son olarak deprem… Japonya’da bulunmuş; rüzgâr ve yağmur kadar hafifsenen depremlerde yarın yokmuş gibi sokağa koşmuş, insanların rutinine devam edişine “Öldüm de burası neresi?” demiş biri olarak söylüyorum: Nefret, sapıklık, durumdan vaziyet çıkarma, yağma, talan nedir, bilerek doğdum. Kaderdir dediğimiz ise ördeğinden yaşlı teyzesine kadar cinsel cazibesi dişilik olarak yordamlanan bir yerde az biraz uzak görmek de akıl tutulması gibi… Şimdi onlara o dışarlıklılara (güzeldi, edebi tabirdi eskiden) “Seç beğen al, ölümlerden ölüm beğen,” denmiyor ya… Bizde seçenek sonsuz. “Kadınım her şey olabilir, evli değilim başıma gelenleri yazsam ‘Roman olur,’ sanatçıyım ve ezel-ebedî aç kalmaya mahkûmum…” Ama şanslıyım hiçbir yerde bana ölümlerden ölüm beğen, seç beğen al demezler. Burada bir lira farkla büyük boy seçimi var. Ansızın, apansız, kendiliğinden…

Teşekkürler.

Kitap önerisi: Soğuk Deri

Bir kitap önerisi yapmadan şuradan şuraya ölmem: Soğuk Deri, Jaguar Yayınları Albert Sanchez Piñol. Bir bakın bakalım “ütopik çaresizlik” mi büyük yoksa burada tesadüfen yaşamak mı?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Habersiz kalmayın
Bütenimize abone olun