Dünyanın ne halde olduğu ya da neyin peşinden, nereye sürüklendiğimiz konusundan muaf bir yazı olsun isterdim. Ancak ister istemez değineceklerim, kenarından kıyısından geçerken dokunacaklarım olabilir.
Biz garip bir nesiliz; bu, gariban anlamının kıyısından geçmez aksine tuhaflığını yanında getirmiş; nereye konsa yerleşik bir yaşam edinememiş; köklenme arzusu güçlendikçe sahipsizliğin ne anlama geldiğinin tariflerini verecek türden… O nedenle bir süredir, uzun bir süredir hem de “Neyin nasıl olduğunu,” çok da didiklemiyor ve her durumda hayatta kalma refleksini de yedeğimizde taşıyorduk. Gel git zaman hikâye, bizim kayıp romantizmimizi de ele geçirerek, tam da bizim büyüdüğümüz dönemlere denk gelen o distopik mevzulara evriliverdi…
Korkunun Tanımı Baştan Yapılsa…
Biz öyle çok aman aman korkan bir nesil değiliz aslında. Bu arada bu nesil tanımım ‘70 sonu ‘80lerin de dahil olduğu enfes fantastik kuşağı kapsıyor. Önceki nesil; şahit olmaktan, sonraki ise anlamlandıramamaktan dolayı bunun dışında ama bilen biliyor. Bizde korku kavramı; mitlerle, önceki kuşağın siyasi ve yorgun anılarıyla zemin kazandığı için ardılı bize çok da dokunamıyordu. Kesif ve tanımsız bir döneme denk gelene dek…
Bir arkadaşım bugün, “Sanki Dünya tarafından kapı dışarı atılmış gibi hissediyorum,” diye girdi cümleye. “Daha önceden de hissediyordum ama ben bir şekilde zorla girip bir yerlerde nefes almaya çalışıyordum. Ama şu birkaç gün sadece nefes almak yetmemeye başladı. Daha fazlasını istiyorum; Dünya’nın beni de kucaklamasını, kana karışmayı istiyorum.” dedi. Bizim neslin akışta yerini bulma çabasında, bizim kendi dönemimizi tanımlarken bu kadar naif ve yalın anlatılması zor. Ama doğduğumuz dünyayı bilerek gelen, kabulleri olan, öncekilerin yorgunluklarını üstünden almaya çalışan bir nesildik. Şimdi bu denli dile geliyorsak, cidden bir miktar kırılmışız demektir. O bile eser miktardadır.
Her neyse, adını anmak istemediğim, anahtar kelime değeri bile olmayan bir salgın, zaten absürt ve korkutucu başlamış bir 2020 için cilâ oldu… Bundan sonrası meçhul ve belirsiz… Başlıktaki karanlıktan kastım ise asla bu belirsizliğin kollarında can çekişme duygusallığını tanımlamıyor aksine her karanlığın göz alıcı bir aydınlığa evrildiğini varsayıyorum.
Bu tabloda herkesin bir hikâyesi, bir şikâyeti, yer yer kolektif görünen bireysel korkuları oldu. Ben burada, tam da bu kaosun ortasında tek başınalığın çok da haber değeri olmamasından söz ediyorum.
Evet Evdeysen ve Teksen…
“Evinizde kalın, ailenizle zaman geçirin, sevdiklerinizden destek alın, psikolojik olarak zor zamanlarda yanınıza tutunun.” deniyor ya; hah, o imkânı olmayan ya da bunu zamanında tercih etmemişlere gelsin bundan sonrası… Evde kalmayı bile beceremeyen, sokaklardan sapır sapır toplanan aklı bozuklara söyleyecek sözüm yok, hiç o konulara girmeyelim. Şuur denen şeyin antropolojik kökeni ne yazık ki bu coğrafya aşırı uç bir örnek olsa bile çok eski…
Aile ya da eş durumundan bağımsız, kedili bir kadın olarak, evden çalışma şansına sahip ama aynı zamanda korkuları aniden yükselince ne yapacağını bilemeyen standart bir insanım. Genel geçer tavsiyelerin bir halta yaramadığını, yakın zamanda bu “Evde, aileyle…” olma haykırmaları sırasında bir kez daha anladım…

Ya Yalnızsanız…
Evet, işte asıl hikâye burada başlıyor. Kendinize şizoid bir dünya yaratamayacağınıza göre – umarım bu olmaz,- kendi kendinize en korktuğunuz, her şeyin en belirsiz olduğu ve temel ihtiyaçlarınızı kendi başınıza giderdiğiniz bir zamanda ne yapacaksınız?
Ben bunun üzerine her şey bittikten sonra kişisel gelişim hikâyeleri de anlatabilirim, akıl hastası olmamak için notlar diye gayet sarkastik bir şeyler de… Ama tek bildiğim, insan tek başına olduğunda işler aslında hiç de öyle olmuyor.
Ev severim, evime, mesleğime ve sanatıma baktığımda benim canımın sıkılacak bir saniyesi yok. O nedenle daha ilk haftadan “Çok sıkıldım.” mesajları geldiği zaman biraz tuhaf tepkiler veriyorum. Sıkılmak, hayatta hiçbir B planı, hiçbir hayali, insansız veya sosyal ortamsız hiçbir meşgalesi olmayanı öldürebilir. Ama üzgünüm. Zaman çoktu; kendinize hayatta kalmak için çok önceden bir amaç belirlemeniz gerekiyordu.
Benim tek başınalık ve bu karantina zamanlarında korkularıyla tek kalmaktan kastım, gerçekten verme çabasında olduğumuz sınavlar arasında, bambaşka yeri olan bir şey. Evde kedimin sesi dışında bir ses olmadığında, en kötüyü düşünürken hissettiğim o şey…
Çözüme gelince, el yordamıyla bulduğum ve hala aradığım o şey; ne olursa olsun insanın kendi gücünün sınırlarını keşfetmesinden daha büyük bir hazzın olmadığı. Acıdan haz alan bir duruma öykünse de aksine hayatta kalmanın, yaşama azıcık “Evet bu kurallar kalabalık bir yaşamı içeriyor, ben ne halt edeceğim yerine, ben de buradayım!” deme şekli… Tıpkı arkadaşımın, “Ben de artık Dünya’nın kanına girmek istiyorum.”demesi gibi…
Her şeyin güzel bir şeye evrileceğini söylemek isterdim, hep umutlu röportajlar yapmaya çalıştım burada ancak şunu söylemeyi tercih ediyorum. Kendinize tutunacak bir yarın yaratmış olmalıydınız. Bu; yazmak, sanat yapmak, üretmek ya da sevmek olabilirdi… Seçenek çoktu. Ben bir kediyle, sanatımla ve epey zaman alan ama çok sevdiğim işimle üstesinden geliyorum. Yalnız ve “Hadi ailenizi keşfedin!”söylemlerine epey uzak biri olarak… Ve Dünya’nın kanına girmek için hala o yolu arayarak…