Netflix’in yeni uyarlaması The Witcher, vasat kalan senaryosuna rağmen karakterlerinin cazibesi ve zengin hayal dünyası ile günü kurtarıyor
Andrzej Sapkowski’nin fantastik serisinden uyarlanan The Witcher, Netflix‘in Aralık ayındaki bombası oldu. Önce roman, sonra oyun serisi olarak karşımıza çıkan The Witcher, uzun zamandır beklenen bir yapımdı. Doğal olarak beklenti çıtası da yüksekti. Özelllikle The Witcher 3: Wild Hunt isimli oyunun yakaladığı başarı, bugün bu uyarlamanın en büyük nedeni olsa gerek. Bu yazıda Netflix’in The Witcher uyarlamasını artıları da eksileri ile ele alacağız. Arkasında hazır bir külliyat olduğu için uzun sürebilecek bir yolun başlangıcındayız, farkındayız. The Witcher’ı konuşurken halihazırdaki durumu ile nelere dönüşebileceğini de düşünmek gerekiyor.
Anası büyücü babası savaşçı
The Witcher, elflerin, cücelerin, ejderhaların, türlü yaratığın insanlarla birlikte yer aldığı bir orta dünya fantezisi. Baş karakter Geralt, bir mutant. Witcher ismi verilen canavar avcılarından birisi. Annesi büyücü babası savaşçı olan Geralt, bir büyü okulunda (School of the Wolf) Witcher olmak üzere eğitilir. Oyunlardan da bilindiği üzere hem büyü hem silah yetenekleri üst düzeydedir. The Witcher’da Geralt, farklı yerleşimlerde gezerek canavarları öldürür ama her şey onu üvey kızı diyebileceğimiz Ciri’ye ve aşık olacağı kadın olan Yennefer’e götürür. Geralt özelinde hikaye bu iken anakara üzerindeki hikaye ise Nilfgaard İmparatorluğu’nun yayılmacı politikalarına karşı bir mücadele yaşanır.
Kaderci bakış hikayeyi bayağılaştırıyor
İşin hikayesi özetle yukarıda anlattığımız şekilde ama The Witcher, gücünü çok da hikayesinden almıyor. Evet, iyi yazılmış, kurgulanmış, işlenmiş karakterler var ama kaderci bakış, sürekli kadere yapılan vurgu, hikayenin değerini düşürüyor. Fantastik romanlarda bir kural gibi ele alınan ve her şeyi kadere yaslayan yapı, bugünün izleyicisi için demode ve yetersiz kalıyor. Daha ilk bölümden kader de kader diye tutturan bayağı diyaloglarla karşılaşıyoruz. Bu kadercilik, hikayeye epik sosu verirken onu her tür değiştirici, dönüştürücü dokunuşlara kapalı kılıyor. Epik yapalım derken ilahiye dönüştürülen metinin varlığını hissediyoruz. Açıkçası diziyi izledikten sonra romanına dair ciddi şüpheler edindim. Eğer sürekli bu kader bıdı bıdısı çıkacaksa karşıma “sağol, almayayım” diyebilirim.
İçerideki canavar, dışarıdaki canavar
Peki nedir The Witcher’ı bu kadar popüler kılan? Evet, kurduğu dünya güzel ama elfli, orklu, cinli, perili onlarca benzer hikaye var. Belki karakter inşası diyebiliriz. Geralt, Yennefer, Ciri, her okur, izleyici için cazip karakterler. Bunu göz ardı edemeyiz. Geralt’ı sevmeyen bir The Witcher fanı muhtemelen yoktur. Ama bence esas gücünü canavarlarla dansından alıyor hikaye. Geralt, bir canavar avcısı ve her canavarın sırrını, zayıf karnını, güçlü yanını, özünü biliyor. Her canavarla dans eden Geralt, kendisindeki canavarlığı da sorguluyor. Aslında o da ürkütücü birisi. Keza Yennefer de ve küçük bir kız olmasına rağmen Ciri de. Tüm bunlar yan yana gelince Geralt’ın dünyası her adımında politikacısından soylusunu, köylüsünden, çete mensubuna, en irisinden en sinsisine her türlü canavarla yapılan sürekli bir dansa dönüşüyor. Canavarla yapılan dansın cazibesi, okuru, oyuncuyu, izleyiciyi her adımda tekinsiz ama cazibeli bir şarkıyla karşı karşıya bırakıyor.
Bir boşluğu kararınca dolduruyor
The Witcher, ortalama bir ilk sezonla yolculuğuna başladı. Henry Cavill, gayet iyi bir Geralt olarak karşımızda. İlk adı açıklandığında birçok şüphe ile karşılanan Anya Chalotra ise Yennefer’i ilk sezonun yıldızına dönüştürmüş. Özellikle Yüzüklerin Efendisi ile Orta Dünya birçok insanın içinde büyük yer kaplıyor. Bazen fantastik dizi yokluğu içimizde sıkıntıya bile dönüşebiliyor. Bu yüzden ortalama da başlasa The Witcher, bir boşluğu kararınca dolduruyor. Kader söyleminin prangalarından kurtulamayacaklarını bilerek izlemek gerek. Hikayeden çok karakterlere, canavarlara ve aralarındaki dansa odaklanarak izlemek… Bakalım, ikinci sezon neler getirecek…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.