elisa y marcela netflix

Siyah beyaz bir devrim hikayesi, aşka bulanmış

Elisa ve Marcela, renklere bulanmadan, yormayan bir anlatımla, iki insanın aşkı cinsel kimliklerinden ziyade oldukları gibi yaşadığı siyah beyaz bir resim sunuyor

Siyah beyaz bir gerçekliğin, renklerden arınarak karşımıza dikildiği, bildiğimiz aşk hikayelerini ters köşeye yatıran bir film Elisa ve Marcela… Bazı filmlerin hikayesi içe batar, uzun süre akılda kalır ve hep bir yerlerde kımıldayan tuhaf bir ize dönüşür. Elisa ve Marcela’nın (Orj. adı: Elisa y Marcela) aslında gerçek hikayesi de böyle bir iz bırakıyor ve uzun olmasına rağmen, izleyiciyle kesintisiz bir bağ kuruyor.

The Bookshop filmden tanıdığımız Katalan yönetmen Isabel Coixet’in 2019’da ödül aşamasında, uzun ve saçma tartışmalara yol açan filmi Elisa ve Marcela, 1900’lü yıllarda iki kadının yaşadığı bir aşk hikayesine odaklanıyor gibi görünse de aslında hala yara olan bir konuya; özgürlüklerin üzerine düşen toplum baskısına çok duygusal bir eleştiri getiriyor. İlk bölümünde – film gerçek anlamda zamansal bölümler içeriyor -, yetimhanede büyüyen ve 10 yaşında “sevgisiz” bir aileye evlatlık verilen Marcela’nın yolu, yağmurlu bir günde ucu ucuna yetiştiği okuldaki, üst sınıflardan Elisa ile kesişiyor.

Olduğu gibi yaşanan…

Rahibelerle dolu bir okulda, üstelik yine o rahibelerle yaşayan Elisa, resim yapan, Tanrı kavramıyla arasındaki ilişkiyi bu baskılardan arındırmış ışık dolu bir genç kadınken; karanlık ve baskıcı bir baba, pasif ve her an ağlayacakmış gibi bakan bir anneyle yeni bir hayat arzusuyla dolu Marcela’nın bir araya gelmesi tesadüf değil. Her şeyin bir sebebi var romantizmine inat, aslında tesadüf görünenlerin yaşamı nasıl değiştirdiği konusu için ilginç bir örnek. Her yerde sadece cinsel kimlik kullanılarak anılan film, tam orada, cinsel kimliklerini hiç düşünme gereği bile duymadan olduğu gibi yaşayan iki “insan” arasında geçiyor. Erkek, kadın, dişil, eril kavgasının bittiği an, yağmurdan kurtarılan bir dostlukla başlıyor.

Filmi izlerken kulağınıza asla o muhteşem Latin Amerika ya da İspanyol ezgileri gelmeyecek… Aksine yitirilmiş bazı insanlıkların yöresi, dili olmadığını anlayacaksınız. Film siyah beyaz evet… Böyle bir hikaye rengarenk anlatılsa fetiş unsurlarla dolabilirdi. The Bookshop’u çeken yönetmenin burada renklerden arınmış olmasındaki en derin anlam bu! Bazı hikayelerin, bazı sevmelerin, bazı acıların; dili, rengi ve ırkı yok!

Riskli ve zorlu rolü gerçek kılmak

Elisa ve Marcela, konusu gerçeklerden alınmış – gerçek hayat diyemiyoruz, zira bu konular hala günümüzde hayata içkin değil – olabildiğince yalın yansıtılmış bir film. Oyunculukların bu filme çok fazla değer kattığını söylemek gerek…  Özellikle Greta Fernández her yerde ayakta alkışlanırken ki hak ediyor, Natalia de Molina’nın da hakkının yenmiş olması biraz can sıkıcı… Kesinlikle film, konusu gerçek hayattan alınmamış olsaydı bile, gerçek bir oyunculuk filmi! Greta Fernández, beden dilini ve film boyunca zamanla birlikte akan hikayeyi çok güzel ifade etmiş. Ah o mimikler… Sussa bile konuşuyor denen bakış. Evet. Ama filmde “ben hermafroditim” diye haykıran, Natalia de Molina, aşkı için Queer olma çabasında tanımsız bir başarı yakalamış. Bu kadar dişil bir karakterin cinsel kimlikten muaf bir yaşamı anlatabilmesi cesaret ister… Yapay ya da “oyun  oyun” durma riski var… Oyuncu gerçekten ruhun bedenden ve cinsel kimlikten muaf hikayeler taşıdığını haykıran bir oyunculuk yapmış. O nedenle en az Greta kadar değil bence fazlasıyla alkışı hak ediyor. Zorlu bir rol…

Uzun bir mücadelenin ilk adımları

Filmin konusunu anlatmak, spoiler endişesi nedeniyle değil, yanlı bir ifade taşırsa endişesiyle zor… Ama izleyici bilmeli ki 1900’lerde gerçekleşen bu bilinen ilk eşcinsel evlilik, hem de tanımsız zorlu yollarla biçimlenen hayat, 2005 İspanyasında ancak legal hale geldi. Ülkemiz de dahil 14 ülkede yasak hatta suç olduğunu hatırlatalım! Yani 1900’leri Anadolu’dan bakarak düşünemiyoruz. Toplumun eril baskılarına, kadının anne ve bir erkeğin karısı olmak zorundalığına karşı büyük bir savaşı anlatan, “gerçek aşkın abartılı romantizm” öğeleriyle, sırf sinema olduğu için mecburen zorlanan bu film, aslında hikayesiyle ve oyunculuklarıyla bir devrim belgeseli!- İlk yarıyı fazla romantizm soslu bulan izleyici yorumlarına istinaden, sinemasal olarak görsel anlamda itici değildi ama fazlaydı! Haklısınız. Ama sabretmek ve hikayenin aslında hiç bilinmeyen yara kabuklarını kaşıdığını görmek yerinde olacaktır.-

Eşcinsel evlilik bizim topraklarımızda şaka olarak bile yeri olmayan bir konu. Dahası, Türkiye’de cinsel kimliklerin baskılanmadığı bir toplum olmayı başaramadık. Dünyada sayılı ülke eşcinsel evlilikleri kabul ediyor. Ancak Elisa ve Marcela, uzun bir mücadelenin ilk adımlarını atmış olmalarıyla önemli.

Renklere bulanmadan, yormayan bir anlatım

Filmin yapımcılığının Netflix tarafından üstlenilmiş olması ödül aşamasında büyük kriz çıkardı. Bu konuya değinirsek filmin hak ettiği değeri bu noktada “iyi ve kötü reklam” boyutuna indirgemiş olacağız. O nedenle meraklısı arayıp bulabilir. Bu film, ödül almış olsun ya da olmasın, Mavi En Sıcak Renktir’in başına gelen gibi “oo lezbiyen sevişme sahneleri” çirkinliğine ulaşmadan ki o filmin yönetmeninin gerilimi dışında bu türden bir yaftayı da hak etmediğini biliyoruz, gerçek hikayeyi merak eden izleyicinin ruhuna dokunmayı bekliyor.  Hayali bir atla sonsuza koşmak isteyen Elisa ve çizdiği eskizler, bu sahnelerden daha fazla dokunuyor ruha.  Az çok tahmin edilebilir; kısıtlanmış duygular, sınırlı cinsel kimlik ve at… At, özgürlük metaforunun lideridir. Klişe bile olsa yerinde ve zamanındaydı.

Umarız, bundan daha fazlasını sakladığını bildiğimiz tarihimiz, eşcinsel aşkın, heteroseksüel aşkın herhangi bir yerinde kıyasa girmemesini sağlayacak kadar hikaye anlatır bize… Oyunculuk dersi görmek, renklere bulanmadan da hikaye anlatmak, gerçeği su yüzüne çıkarmak adına Elisa ve Marcela kültler arasında yerini alır belki.  Ayrıca gene İspanya veya Latin sinemasının öz eleştiri yapma cesareti, metaforla hikaye anlatırken yormama başarısı tartışmaya bile açık değil…

Emilia Pardo Bazan dilimize çevrilse…

Filmle ilgili en güzel ayrıntı, Latin edebiyatından çevirilerin çok çok az olduğu ülkemizde, Emilia Pardo Bazan gibi feminist edebiyatın en değerli örneklerinden birine tesadüf etmekti. Birkaç, baskısı olmayan e-kitap dışında bizim dilimizce bu yazarı okuma şansımız yok! Ama filmdeki pasif annenin eteğinin altından çıkarıp “Gizlice okuyorum, baban bilmiyor!” diyerek kızına verdiği bu yazarı tanımak için bazı yayınevlerine sesleniyoruz!

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Habersiz kalmayın
Bütenimize abone olun