nina simone
nina simone

Nina Simone, ırkçılık, dün ve bugün

“What Happened Miss Simone?”, bir müzisyenin hayat hikayesi üzerinden Amerikan toplumuna ve ırkçılığa dair önemli resimler sunuyor. Belki de izlemek için en doğru zamandayız!

Amerika 25 Mayıs’ta George Floyd‘un polisler tarafından öldürülmesinin ardından zorlu günler geçiriyor. Halkın isyanı, Trump’ın baskın tutumu, ülkenin damarlarına kök salmış ayrımcılığı yeniden gözler önüne serdi. Gericilik dünyanın her yerinde yükseldi ve şimdi her yerde çatırdıyor. Amerika’da olup biten her şey bize tanıdık. Yaşadık, yaşıyoruz. Nina Simone, Amerika’daki ırkçılığı “Amerikan toplumu kanserden başka bir şey değil ve tedavi edilmeden önce ifşa edilmesi gerekiyor. Ben tedavi edecek doktor değilim. Tek yapabildiğim hastalığı ifşa etmek” sözleriyle anlatıyor. Irkçılık, aklın yetersizliğinden kaynaklanmıyor. Organize kötülüğün oluşturduğu bir hastalık ırkçılık. İkinci, üçüncü, beşinci kişilerin onayıyla yayılıyor ve bir kez yayıldıktan sonra sağ kalmak için bedene daha büyük acılar çektiriyor. O evreye de faşizm diyoruz.

Karşılık verince kimliğini buluyor

Amerika’daki olaylar sürerken çok da bilinçli olmayan bir tercihle Netflix‘te yer alan Liz Garbus imzalı What Happened Miss Simone (Ne oldu Bayan Simone) isimli belgeseli izledim. Nina Simone’un hayatına dair pek bir şey bilmiyordum. Çocukluğundan yaşlılığına, inişleri ve çıkışlarıyla hayatındaki bütün evreleri anlatan belgesel, Amerika’da bir siyah olmanın çok farklı sonuçlarını da göz önüne seriyor. Slogan cümlelerle ya da teorik ifadelerle değil tastamam, apaçık bir hayat hikayesiyle gözlemleme şansına ulaşıyoruz. Nina Simone bu etkilere bir karşılık verdiğinde kimliğini bulmaya başlıyor. Bu sürece dair konuşurken bir yerde “Nina olmak çok zor ama onunla yaşamalıyım” diyor. Birçok şarkının nasıl, ne koşullarda ortaya çıktığını anlamak da belgeselin başka bir artısı.

Büyük bedeller ödeniyor

Nina Simone, kariyerinin bir döneminde 1960’larda siyahların mücadelesine dahil oluyor. Malcolm X, Martin Luther King gibi isimlerle aynı saflarda yer alıyor. Bu uğurda kariyerini zedelese de bir anlamda kendi kimliğini keşfetmeye başlıyor. Şarkı sözleri bu yönde değişiyor. Belgeselin bir yerinde Amerika’daki siyahilerin aslında ne olduklarını çok da bilmediklerini, sanki kayıp bir ırk gibi olduklarını anlatıyor Nina Simone. Bu yüzden şarkılarıyla bu merakı uyandırmak istediğini söylüyor. 60’lardaki mücadele bir uyanış sağlasa da beraberinde birçok bedel de ödenen bir süreç oluyor. Nina Simone da hem çekilen acılardan hem kariyerinin uğradığı sekteden dolayı bedeller ödüyor.

Bugüne bakınca

What Happened Miss Simone’u izleyip Amerika’daki olaylara yeniden bakınca önümüzdeki sürecin yine büyük sancılara gebe olabileceğini düşünüyor insan. Evet, bu başka bir zaman ama tepeden aşağı öfke pompalayan bir başkanları var. İşleri tırmandırmayı seviyor çünkü bundan besleniyor. Amerika’daki bireysel silahlanma da çok yüksek bir oranda ve her an bir yerde bu silahlar ateş alabilir. 60’lar çok uzak bir zaman değil ve belgeselde ağaçlara asılan siyahileri de görüyoruz. İnsanlık, bu en temel konularda hala bir arpa boyu yol alamamış aslında.

Kültür iki sembolle değişmiyor

Öte yandan bugünden önceki son 10-20 yılı göz önüne alalım. Siyahi başkan geldi geçti, birçok siyahi ismin önemli yerlerde olduğunu gördük, hemen hemen her filmde, dizide bir siyahiye yer vermeye çalıştıklarını gördük. En basitinden siyahi süper kahramanlar eklemeye başladılar. Belki birçoğu da iyi niyetle gerçekten. Ne denebilir. Ama meselenin özü her zaman damarlarda yatıyor. Bedenin eklem yerleri ise kurumlar. O kurumlar koyu hücreleri yıllarca besleyecek besini bir uyku tonunda sağlamaya devam ediyor. Ne kadar sembolik adımlar atılsa da kültür dediğimiz şey iki sembolle değişmiyor. Damarlardaki koyu hücreler yıllarca zamanını bekleyebilen varlıklar. Oksijen değişince kötülük uykusundan uyanıp harekete geçebiliyor. Bu dünyanın her yerinde böyle.

Miras gibi

What Happened Miss Simone, yalnızca Amerika’daki olayları anlamak için değil, tümüyle ırkçılığın nasıl bir hastalık olduğunu, toplumun içine nasıl yerleşmiş olduğunu anlamak için iyi bir belgesel. Bütünüyle bir hayata ve onun temas ettiği hayatlara etkilerini gözler önüne seriyor. George Floyd’un ölümü, insanlığın verebileceği en kötü resimlerden birisiydi. Biliyoruz ya bizim de var öyle resimlerimiz. Çok var! Nina Simone’un aykırı kişiliği, sert profili ve harika müzikleriyle beraber belgesel, bir kültür mirası gibi karşımızda duruyor. Yeni bir belgesel değil ama izlemek için şimdi en doğru zamandayız belki de.

Habersiz kalmayın
Bütenimize abone olun

Kahveli Okur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et