Kahveli Okur’dan dizi tavsiyeleri

Sonbahar geldiğine göre yeni bir diziye başlamanın tam sırası dedik, onlarca dizi arasından sadeleştirilmiş bir liste yaptık.

Dizi sektörü gün geçtikçe sinema sektörünün önüne geçiyor. Sinemanın belirli süresi içerisinde sıkışıp kaldığı klişeleri aşamaması ve dizilerin daha geniş olan sınırları içerisinde daha özgür hareket edebilmesi sonucunda bütün hareket dizilere kaymış durumda. Elbette sinema öldü diyemeyiz ama diziler ciddi bir atağa geçti. Sorun şu ki, sayısız sayıda kanal, yapım şirketi ve dizi var. Her hafta yeni diziler çıkıyor ve onlarca dizi arasında hangisini izleyeceğimizi şaşırıyoruz. Biz de Kahveli Okur olarak bu çoğulluğu sadeleştirme yoluyla bir derleme yapalım dedik. Elbette izlediğimiz dizileden oluşan birkaç diziye yer vereceğiz. Yani bu dizileri “en iyiler listesi” gibi değil de bir arkadşınızın kahve içerken size tavsiye ettiği diziler olarak bir yere not edebilirsiniz. Kendi tavsiyelerinizi ve buradan izleyip değerlendirdiğiniz dizileri haberin altında yorum olarak geçebilirsiniz. Seviniriz 😉

Top of the Lake

Sweetie, The Piano gibi sinema filmleriyle tanıdığımız Jane Campion’ın elinden çıkan bir mini dizi Top of the Lake. İzlediğimiz tüm diziler arasında sinemanın verdiği tada en yakın dizi diyebiliriz. İlk sezonu yedi ikinci sezonu altı bölümden oluşan dizinin iki sezonu arasında dört yıl olduğunu belirtelim. Dizi Elizabeth Moss’un canlandırdığı (ve çok başarılı oynadığı) Robin Griffin isimli bir dedektifi merkeze alarak iki farklı olayı çözümleme hikayesi şeklinde ilerliyor. Ancak bu olaylar çözülürken birçok toplumsal soruna da parmak basılıyor. Kadın dayanışmasından eril tahakküme, burjuva eleştirisinden idealizm eleştirisine, pedofiliden taşıyıcı anneliğe birçok konu bir yönetmen elinin değdiğini hissettirerek resmediliyor. Kendine özgü havası ile hazır sonbahar da gelmişken battaniye altında kahvenizi içerek izleyebileceğiniz bir dizi. Her eve özel tavsiyemiz.

The OA

Ulvi, ruhani, tuhaf dizimiz The OA! İzlerken kafamdan geçen ifade hep “nev-i şahsına münhasır bir şey” oldu. Evlatlık edinilen Prairie (asıl adı Nina), küçükken geçirdiği bir kaza sebebiyle kördür. Bir gün ortadan kaybolur ve dizinin açılış sahnesinde kendisini bir köprüden atlarken görürüz. Ölmemiştir, hastaneye üvey annesi ve babası geldiklerinde kızlarının gözlerinin gördüğünü fark ederler. Köprüden atlarken de gözleri görmektedir. İlk bakışta tuhaf ve itici gelen karakterimiz, birinci bölümün sonuna doğru bir hikaye anlatmaya başlıyor. Esasen dizi de orada başlıyor. Diziyi çekenler de bunun farkındalar. Zira dizinin jeneriği ilk bölümün 57. dakikasında (İlk bölüm biraz uzun) giriyor. Spiritüel çizgilerde ilerleyen dizi bu tehlikeli sulardan alnı ak çıkmayı başarıyor. Prairie hikayesini anlatırken hem hikayesinin içindeki hem de hikayesini anlattığı kişilerin dünyalarına da açılıyoruz. Prairie’nin başına gelenler oldukça ekstrem. Bu da diziyi izleyenleri ikiye bölüyor. Çok saçma diyip geçebileceğiniz bir dizi The OA. Bize göre ise sevgiyi, anlayışı çok güzel işleyen bir yanı var. Bittiği gibi akıldan çıkan kopya senaryolardan değil. İçinizde yer isteyen bir dizi.

 

The Night Of

The Night Of, yine sinema tadında dizi arayanların kaçırmaması gereken bir yapıt. Bir gece partiye gitmek için babasının taksisini çalıp gözlerini açtığında yanında taksisine aldığı ve aşk yaşadığı kadının cesediyle karşılaşan Naz’ın hikayesini anlatan The Night Of, suç ve cezayı yalnızca insanlar üzerinden değil, kurumlar, yaşanmış olaylar ve yerleşmiş algılar üzerinden de irdeliyor. Her karakterini gri resmeden dizi, ağır bir havası olmasına rağmen başından sonuna büyük bir merakla izlenebiliyor. John Turturro’nun avukat rolünde döktürdüğü dizi son yılların en başarılı işlerinden birisi. Sekiz bölümden oluşan The Night Of’u izlememezlik yapmayın.

 

Legion

Bir süper kahraman dizisi gibi gözüken ama daha çok nefis çekimlerle çok güzel işlenmiş bir psikolojik gerilim tadı veren bir dizi Legion. Kahramanımız X-Men dünyasından tanıdığımız Profesör X’in oğlu David, tıpkı babası gibi psijik güçlere sahip ancak bu güçlere sahip olduğunun farkında değil. Bir akıl hastanesine kapatılan David, kendisinin hasta olduğunu düşünürken, yaptığı birçok şeyin de halüsinasyon olduğunu zannediyor. Akıl hastanesinden kaçırılmasıyla başlayan olaylarda bir yandan dışarıdaki düşmanlara karşı mücadele verilirken bir yandan David’in aşırı zor olan kendi içindeki mücadelesini izliyoruz. Yer yer Otomatik Portakal tadı veren dizide kültleşmeye aday sahneler de (Bkz. Bolero sahnesi) yer alıyor. Legion, burada seçtiğimiz birçok dizi gibi her sahnesi özenle düşünülmüş ve kendine ait bir havası olan bir dizi. Gözlerden kaçmasın.

 

The Expanse

Eğer bir bilimkurgu dizisi arıyorsanız ve önceliğiniz aksiyon değil de kaliteyse aradığınız dizinin The Expanse olduğunu söyleyebiliriz. Daniel Abraham ve Ty Franck’ın roman serisinden uyarlanan dizi kısa sürede dikkatleri de üzerine çekti. İlk bölümlerde biraz sabır isteyen dizi bir noktadan sonra alışkanlığa dönüşüyor. İşin tuhafı dizinin ana ekseni Rosinante isimli uzay gemisinde yer alan dört kişilik mürettebatın hikayeleri gibi gözükse de bu dört kişilik mürettebata hiçbir zaman tam olarak bağlanamıyoruz. Ancak dedektif Joe Miller ve Chrisjen Avasarala gibi karakterler diziyi sürüklüyor. The Expanse, bazı sahneleri tekrar tekrar izlenebilen, ne aksiyondan ne hikayeden eksik vermeyen, yer yer şiirselliğe de ulaşabilen bir dizi. Bilimkurgu ve şiirselliğin nadiren birleştiğini düşünürsek dizinin gizemli ışığının bu anlarda olduğunu da söyleyebiliriz.

 

Mr. Robot

Evet Mr. Robot’u bilmeyeniniz, duymayanınız yoktur. Ancak Mr. Robot ile ilgili algısal problemler olduğunu düşünüyoruz. Şöyle ki birinci sezonda oldukça popüler olan diziden zamanla izleyiciler sıkılmaya başladı. Çünkü çoğu kişi ilk sezonda vaat edilen heyecanın azaldığını, rüzgarın esip geçtiğini düşündü. Herkes diziye sistem eleştirisi gözüyle yaklaştı ve devrim umdukları gibi olmadı. Ama Mr. Robot varlığını sürdürmeye devam ediyor. İkinci sezon birçok kişi için beklentilerin altında olabilir ama bize göre öyle de değildi. Mr. Robot’u Mr. Robot yapan şey, dizide herkesi farklı bir noktadan yakalayabilecek bir derinliğinin olması. Evet sistem eleştirisi devam ediyor ama dizinin tek boyutu bu değil. Dizi bir gün yalnızlığı apaçık, acıtarak işlerken bir başka gün beyaz yakalılara ışık tutuyor. Bir gün çok basit bir örnekle dünya tarihinin nasıl işlediğini anlatırken bir başka gün bilinçaltının nasıl örneklemelerle insanın kendisini bile yanıltabildiğini gösteriyor. Hem senaryoda hem çekimlerde gösterilen özen diziyi hep yüksek bir noktada tutuyor. İzleyicilerin sıkıntısı nedir bilemedik. Bize göre ikinci sezon gayet iyiydi ve üçüncü sezon da gayet güzel başladı.

 

Penny Dreadful

Üç sezonla tamamlanan vampirli, kurtadamlı, inli, cinli, cadılı fantastik dizi. Başrolünde Eva Green’in oynadığı dizinin artıları eksilerini bastırıyor. Bizim gözümüzde Penny Dreadful, biraz erken vazgeçilmiş, yüksek potansiyeli yer yer yanlış harcanmış, yer yer çekimlerde basit kalınmış bir dizi. Yine de bu eksikler (ki az saymadık), artılarını bir kenara atamıyor. Dorian Gray, Frankenstein gibi edebi karakterleri de bünyesinde harmanlayan dizide Eva Green de oyunculuğuyla döktürüyor. Okültizmden ve edebiyattan beslenen bir altyapıda hikayesini anlatan Penny Dreadful, özellikle edebiyat severlerin de ayrı ilgi göstermesi gereken türden bir dizi. Düşünün ki Frankenstein’ın canavarı bir şiir sevdalısı ve insanı ve varoluşu öyle derinden yakaladığı anlar var ki ne desek az kalır. Hangi dizinin finali bir şiirle biter derseniz cevabı Penny Dreadful’dur. Bir şans verin.

 

Ve diğerleri

Yeni sezonu yaklaşmakta olan Stranger Things, hem nostaljik havasıyla hem de hikayesiyle farklı bir tat vermeyi başarıyor. Eğer keyifli bir dizi olsun, gülelim, aşk da olsun, heyecanlanalım diyorsanız Lucifer yanıltmaz. Lucifer’in sorunu çok tekrara girmesi ama yine de kendisini izlettiriyor. Çok tutmamış bir dizi olsa da Preacher, severek izlediğimiz bir dizi. Çok tatlı yönleri var ve bizce daha çok ilgiyi hak ediyor. Süper kahraman sevenlere Daredevil ve Punisher’ı tavsiye ederiz. Tatiana Maslany’nin tek başına çok rolde ustalıkla oynadığı Orphan Black de her ne kadar yine tekrarlara düşen bir yapısı olsa da karakterlerini seveceğiniz, başarılı bir iş. “Beynimiz yansın ama kaliteden ölelim” diyorsanız da Black Mirror’ı bir deneyin.

Tavsiyeleri çoğaltıp çorba yapmadan konuyu kapatalım. Herkese iyi seyirler.

 

Habersiz kalmayın
Bütenimize abone olun

Kahveli Okur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et