woman at beach black and white

Kadınlar Ülkesi’nde her şey farklı olabilirdi Charlotte!

Charlotte Perkins Gilman’ın karşı görüşlülere sabit, öfkeli bir bakış taşıyan romanı Kadınlar Ülkesi’ne tekinsiz bir bakış fırlatıyoruz

Ayşe Marika SAĞLAM

Charlotte Perkins Gilman… Çalkantılı bir yaşamın içinde, hem de 19. yy Amerika’sında feminist bir yazar olarak, benzerlerine göre ünlenme konusunda pek de şans bulamayan; akıl sınırlarında gidip gelirken üretmekten vazgeçmemiş bir yazar. Kadınlar Ülkesi, yazarın Sarı Duvar Kağıdı’ndan sonra kaleme aldığı ikinci romanı ve ilginç bir feminist ütopya. Aslında, Sarı Duvar Kağıdı yazarın neredeyse otobiyografik, hummalı kriz sürecini ele alan, yer yer sürreal bir anlatımla zor bir okumaya dönüşen romanı olarak akıllarda çok tartışılan bir yerde konumlanırken, Kadınlar Ülkesi tamamen yalın bir anlatım ve düşsel bir dünyanın sade; ya da fazla sıradan tasvirleriyle ikisinin yazarı “kadın meselesi”ni irdelemek dışında hiçbir biçemsel ve kurgusal ortaklığa sahip değil dedirtiyor.

Peki ya çatlak sesler?

Kadınlar Ülkesi, ütopya, bilimkurgu ve yer yer fantazyaya varan bir kurgu olabilecekken, ütopya geleneğinin hakkını vermenin de ötesinde ütopya için bile aşırıya kaçacak fazla bir yüceltme üzerinde dönüyor. Masallarda bile mutlak bir çatışma veya ne olursa olsun kötü diye imlenenin de söz hakkı olabiliyorken, Charlotte Perkins Gilman burada biraz fazla abartarak, her şeyin kusursuzluğunu sayfalar boyunca tekrara düşerek veriyor. Kadınlara ait, onlar tarafından 2000 yıldır mutlulukla ve olağandışı bir uyumla süregelen, her şeyden arınmış, biraz da coğrafi nedenlerle izole kalmış bir toplumda “sonsuza kadar mutlu yaşadılar” temasını durmadan vurgulaması feminist görüşün sorgusuz sualsiz yüceltilmesi adına biraz rahatsız edici. Her görüşün, her toplumun, ütopik bile olsa içinde keyif kaçıracak, farklılık sunan çatlak(!) sesleri vardır.

Anlatıcı tarafsız kalamıyor

Romanda yer alan bahtsız(!) üç adamın içinde, patriarka klasikleri ve erkin acımasızlığı tek bir karakterde, sanki dünyadaki bütün kötülükler, sırf erkek olduğu için onda toplanırken, kadınların her dediğini onaylayan karakter de tıpkı kadınlar gibi meleksi bir yüceltmeye maruz kalıyor. Hatta anlatıcı da bir erkek olmasına rağmen, bu iyicil adamdan söz ederken neredeyse zekasında diğerleri kadar bir yeterlilik olmadığını örtülü olsa da vurguluyor. Aradaki karakter tarafsız anlatıcı konumunda kalamıyor ve sürekli o kötücül erkek dostunu eleştirmekten sakınmıyor.

Her şeyi olumlamanın ters etkisi

Romandaki edebi eksiklikleri çok ciddiye almadan, kurgunun verebileceği muazzam yeni fikre, farklılıklara odaklanmak istesek de maalesef bu fazla abartılmış, toz kondurulamayan, melekten daha melek, en yetenekli, en güçlü, en başarılı, en ileri tekniklere ve ilme sahip, aynı zamanda muazzam farkındalık ve bilgelik taşıyan, kusursuz annelerin arasında sıfatların birbirini kovaladığı noktada kayboluyor okur. Bu kadar olumlu tanımlamanın ne kadar rahatsız edici ve haliyle samimiyetsiz olduğunu belirtmeye gerek yok.

“Konu kadınlar oldu mu betimlemeler kifayetsiz kalır….” bunu kendiliğinden açıklayan, romandan bir alıntı.

Anlattığı konu özellikle kadınları yüceltmek ve onların savunusunu yapmak bile olsa, mutlaka bir tuhaflık ya da ters köşe, çatışma dediğimiz bir zıtlık, bunu roman yapmaya yetebilirdi. Şu haliyle, kadınlar üzerine yazılmış kahramanlık şiiri olarak kalıyor. Yazar burada aşırı övmeye çalışırken, istemeden o mükemmel kadınlarını sinir bozucu bir hale getiriyor.

Saplantılı bir annelik övgüsü

Romana dair yapılacak, hem de feminist açıdan mutlaka göz önünde tutulması gereken bir eleştiri de yüceltilmiş annelik meselesi. Feminist savunular, kadının birey olmasını öncelerken, Charlotte Perkins’in saplantılı bir annelik övgüsü, işin boyutunu yalnızca doğuran kadına tanınan kutsaniyete taşıyor. Hatta bazı olumsuz özellikleri (ki bunlar bile minicik seviyede) olan kadınların çocuklarının bakımı daha iyi olanlara devrediliyor. Burada sözgelimi, annenin elinden çocuğu alınıyor bile denebilirken, yazar derhal altını çiziyor: böyle bir şey yok, yalnızca annelerin sayısı artıyor; yetersiz anne bilge anneye aşırı bir saygı duyuyor. Charlotte Perkins’in Sarı Duvar Kağıdı’nda çocuk doğurduğu döneme denk gelen, eşinin baskısı, eşinin kızkardeşinin tavırları vs ile güçlenen ruhsal bozukluk sürecini yazdığı düşünülecek olursa, iş biraz sağaltma çabası gibi duruyor. Okuyanlar anımsayacaktır: Yazar orada ruhsal krizleri nedeniyle yeni doğan bebeğinin bakımı konusunda yetersizlikler yaşıyor ve neredeyse onunla hiç ilgilenemez hale geliyor. Bundan duyduğu suçluluk sonunda hepten bilinç dışına geçmesini itkiliyor.

Cevapsız kalan soru

Burada ise tam tersi şekilde yalnızca doğurabilenin kutsal olması, hem de bunu erkeksiz başarmaları… Biraz irkiltici bir Meryem göndermesi gibi dursa da, Meryem mitlerinde dahi bu tür bir aşırı yüceltme yoktur. Burada kadınların “ben anne olmak istemiyorum” ya da “doğuramıyorum” gibi savunu veya gerekçeleri yok. Her kadının en kutsal duygusu diye diye helak oluyor Charlotte!

Romanda iyi kalpli, kadınların göz bebeği olan erkek karakter ve Kadınlar Ülkesi’ndeki eşi bir bebek yapıyorlar ama bu bebeğin doğumu verilmiyor. Yani o kadar merak ettikleri, karşı cinsten doğacak bebek nasıl olacak, sorusu yanıtsız kalıyor. Romanın genelinde sürekli bu merak hakimken, kadın hamile kalır kalmaz önemsizleşiyor ve erkek karakterlerden şeytani olanın manevi olarak cezası ile bitiyor. Bu kadınların bebek doğurma amacı dışında asla cinselliğe yanaşmıyor olmaları, hatta bunu yer yer saçma ve biraz kötü bir amaç gibi bulmaları konusu yazarın kendi yorumu. Yani böyle bir kutsal görev cinselliği baskılıyor olabilir. O konudaki saptama romandaki belki de tek tutarlı ifade.

“Evrensel huzurun, iyi niyetin ve karşılıklı sevginin olduğu böyle bir yer ben ne gördüm ne de hayal edebilirdim. ” Bu da anlatıcının çok tarafsız(!) onlarca yorumundan yalnızca biri.

Karşı görüşlere öfke

Büyük beklentiyle okunan romanların yarattığı düş kırıklığı konusunda Charlotte Perkins hayli iddialı bir seçim olarak ikinci kez karşıma çıkıyor. Feminist bilimkurgu, ütopya ve distopyanın muazzam örnekleri var. Karşılaştırılacak gibi de değil. Kadınlar Ülkesi bittikten sonra keşke hala yaşıyor olsaydı dediğim bir yazar Charlotte Perkins Gilman. Kendisine tüm bunları söyleyip, neden yazmakta direttiğinin yanıtını almak isterdim. Belki rüyamda bana çemkirerek bir iki çift laf eder (: Zira romanın içinde karşı görüşü olacak herkese, kesinliği sabit bir öfke saklıydı.

* Önemli not: Yazı daha önce Ama Arkadaşlar isimli blogda yayınlanmıştır.

Kadınlar Ülkesi
Charlotte Perkins Gilman
Çev: Sevda Deniz Karali
İthaki Yayınları, 2018
216 Sayfa

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Habersiz kalmayın
Bütenimize abone olun

Kahveli Okur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et