Elveda dostum Elliot, elveda Darlene, Krista, Tyrell, Angela, Vera, Shayla ve diğerleri… Elveda Mr. Robot! Ne diyorduk; Goodbye, friend…
Hello, friend. Bu yazıyı okuyorsan sen de muhtemelen aynı yollardan geçmişsindir. Benzer hisleri yaşamışsındır. Ben biraz kaleme dökeceğim. Sen de kendi hislerinle karşılaştır… Bu yazı Mr. Robot için bir veda yazısı. Televizyon tarihinde başımıza gelen en iyi şeylerden birisiydi Mr. Robot. Kendi adıma özellikle üçüncü sezondan itibaren bir terapi hissi almaya başladığım bölümler izledim. Sam Esmail’in zekasıyla harika sahneler, çekimler izledim, ustalıkla örülmüş bir hikayeyi takip ettim. Son sezonu hala izleyenlerin kemikleşmiş bir kitleye dönüştüğünü gördüm. Çok özel bir hikayeyi, gitmeyip kalan vigilante (kanunsuz) hacker’ımız gibi özel parçalarla paylaştığımı hissettim. Bu yazı biraz kişisel bir yazı olacak. Bir dizi nasıl bir insana yardım edebiliyor, biraz bundan bahsedeceğim.
Geldiğimiz noktadan geriye bakış…
Evet, Mr. Robot‘u ilk izlemeye başladığımda, işin buralara geleceğini tahmin edemezdim. Her zaman yeni bir diziye başlarken beklentimi düşük tutarım. Mr. Robot’u daha ilk sezonundan sevdim ama dizi final yaptığında hem izleyiciler nezdinde hem de kişisel açıdan bambaşka bir yere gelmişti. Açalım… Her dizinin ana karakteri önemlidir ve izleyici kendisinden bir şeyler göremezse uzaklaşabilir. Elliot’la kendimi yüzde yüz özdeşleştirmedim elbette ama yaşadığı yalnızlık, topluma ayak uyduramama, kalabalıklardan rahatsızlık vs. benim de kısmen yaşadığım sorunlar. Örneğin son zamanlarda iş, okul vs. aynı ortamlarda bulunmadığım insanlarla arkadaşlık kuramadığımı fark ettim. Çok anormal bir durum değil ama nihayetinde hemen arkadaşlık kuramadığıma dair bir gösterge. Mesafeli bir ilk izlenimim, zaman isteyen bir yapım var ve rol gibi yaşayan bir insan görünce, gerçek bir şey görmediğimi hissediyorum; ki böyleleri de çok…
Öfkenin rengi ve F*ck Society
Belki biraz bu yüzden, sosyal sorunlar yaşayan karakterler ilgimi çekiyor. Ama durum sadece bu olsaydı, oturur bütün gün drama izlerdim. Elliot, aslında hem çok güçlü hem de çok zayıf bir karakter. Çelimsiz, kırılgan ama aynı zamanda öfkesi çok gerçek bir karakter. Öfkenin bütün duygular içinde rengi en gerçek duygu olabileceğini düşünüyorum. Çünkü sevgi, aşk vs. gibi olumlu duygular bir muhasebe taşırken öfke çok daha yüksüz ve özgürdür. Hayata öfkeyle bakın demiyorum ama sanatsal üretim yaparken öfke çok gerçek bir renk olarak tuvale yansıtılabilir. Sam Esmail’in de Elliot’ın hayata ve topluma öfkesini “F*ck Society” mottosuyla harika bir şekilde kullandığını gördük. Elliot’ın birer manifesto gibi sarf ettiği sözlerle içimizde özgürleşmek için kaynayan atomların varlığını hissettik. Ama zurnanın zırt dediği yer de birçokları için burasıydı. Bekledikleri devrim, bekledikleri gibi olmadı…
Devrim bekleyenler evlerine dönerken
Mr. Robot’u terk edenlerin birçoğu ikinci sezonda terk etmiştir. İlk sezonun sonunda Elliot’ın bildiğimiz parayı tedavülden kaldırarak yaptığı devrimin sonucu beklenildiği gibi olmadı. Hikaye, çok kişisel bir boyuta taşınırken, devrim için gelenler “Bu muymuş” diyerek evlerine gittiler. Aslında Elliot, söylemini yaptığı her şeyi gerçekleştirdi. E Corp‘u hackledi, en tepedekileri indirdi ve Whiterose’u yendi ama Sam Esmail bize başka bir durumu gösterdi. Paranın ana öğe olmaktan çıkması, borçların silinmesi yalnızca güce dair oyuncakların değişmesine sebep oldu. Büyükler yine hamlelerini yaptılar. Hayat bir süre daha onların elinde devam etti; ta ki Elliot, kendisiyle barıştıktan ve hasımları yüzlerini gösterdikten sonra gerçek hamlesini yapana kadar. Sonuç yine bir devrim değildi ama Elliot, söylemini yaptığı şeyi gerçekletirdi. Darlene’in deyişiyle; zenginliğin tarihteki en büyük geri dağıtılmasıydı bu.
Sevmemeyi seviyoruz
Mr. Robot devrim için gelenleri tatmin etmemiş olabilir ama aslında birçok insanı farklı noktalardan yakalayacak bir yapıya sahipti dizi. Politik oyunlardan beyaz yakalıların hayata bakışına, iş hayatımızın kendi hayatımızı nasıl yoklaştırdığından (bkz Dom), o devasa psikolojik altyapısına kadar farklı sebeplerle izlenebilecek bir diziydi Mr. Robot. İşin teknik boyutunda da dağları aştılar. Başka bir gezegene ait gibi hissettiren çok çok özel bölümler bıraktılar. Yine de büyük bir kesime yaranamadıkları bir gerçek. Boşluğun da gerçek olması gibi bir gerçek işte… Her dizi herkese göre değil ve sevmemeyi de çok seviyoruz…
Her insan iki kişidir
Mr. Robot’un bana nasıl terapi gibi geldiğine döneyim. Çok uzun bir zamandır her insanın iki kişi olduğuna inanan bir düşüncem var. İçeride bir Erdem; her şeyi izleyen, gören… Ve dışarıda bir Erdem; yaşayan, hatalar yapan, bazen acı çeken, bazen şımaran; herkes gibi… İçerideki Erdem, dışarıdakinin her durumda elinden tutuyor; ki bu bir sağ kalma şekli. Ben de onun varlığını duyumsadıkça bir rolü yaşamadığımı hissediyorum; ki bu da çok değerli bir his. Bu durumu öykülerimde ve Dakhumn‘da da yer yer kullandım. İçte bir insandan bahsettim. İçteki insanı hep gerçek, öz ve öteki olarak düşledim. İnsanın gerçek kalabilmesinin yolunun onu sağ tutmak, ona kulak vermek olduğunu düşündüm. Çünkü toplum, hayat bize her zaman bir şey dayar ve biz bize verilen o rolleri kapmaya sıklıkla hevesliyizdir. İşte o rolleri kaptıkça, o rollerde yaşadıkça da içerideki kaybolur. Bazen geri dönemeyecek bir şekilde… Mr. Robot da bu içteki karaktere bir hayli benziyor aslında. Benim tasarımımdan farklı olarak Mr. Robot kontrolü ele alabiliyor ve bazen bir hasım gibi de davranabiliyor; ve anlıyoruz ki tek karakter de o değil…
Sevgiyi göstermenin değeri
Üç sezon boyunca Elliot ile Mr. Robot’un kavga dövüş halini izlerken üçüncü sezonun sonunda bir barışma yaşıyoruz. Elliot ve Mr. Robot metroda konuşurlarken ben de kendimle barıştığımı hissettim. Dördüncü sezonun sonunda ise artık hissettiğim şey bir tamlanma gibiydi. Diziyi sonuna kadar izleyenler benzer hisler yaşamış olabilir. Darlene‘in buradaki önemi de dışarıdaki gerçek kişi olması elbette. Aslında ilk prototip Shayla gibiydi. Eşin, arkadaşın, kardeşin önemi. İnsan bütün hayatı boyunca kendi kendini tamlayamaz. Dışarıdaki bir bağ, göründüğünden çok daha fazla şey ifade eder. Darlene olmasaydı, Elliot bu yolu gidemezdi, biliyoruz. Elliot da, hikaye ilerledikçe çevresiyle kendisiyle kavga ederken tüm bunların farkına varıyor aslında. Arası bozulan herkese bir adım atıyor. Krista’ya sarılıyor, Tyrell’in yanına gidip onunla konuşuyor, Mr. Robot’a ve Darlene’e “Seni seviyorum” diyebiliyor, özür dileyebiliyor. Ve bu her küçük adımın ne kadar değerli olduğunu hissediyoruz. Biz de insanları ve kendimizi kıracağız, üzeceğiz ama bakın işte sevgiyi göstermenin ne kadar değerli olduğunu Elliot gibi çok zor bir karakter ile bize gösteriyor Sam Esmail.
Elliot’ın direncinden güç almak
Evet Mr. Robot, çok özel bölümlerle güçlü bir sezonla veda etti. Sam Esmail, “Umarım hikayeyi buraya vardırmaz” dediğimiz bir şey yapmadan noktayı koydu. Boşa basmadığı gibi, dehasıyla bize göz kırptı. Birinci sezonda gördüğümüz bazı sahnelerin önemini dördüncü sezonda anladık. Bazen karanlık ormanlarda çemberin dışına yolculuklar yaptık, bazen bir rutine tutunup yanılsamalar yaşadık, hasmımızla, kendimizle yüzleşmeler yaşadık… 4×07‘de alt üst olduk, 4×09‘da sarhoş olduk… Elliot, çok ağır yüklerle çok zorlu bir yolculuk yaparken, kendi yolcluluklarımızla da onun direncinden güç aldık. 4×09‘da Elliot’ın Whiterose ile telefonda konuştuğu sahneyi hatırlayın. Konuşan önce Mr. Robot’tu ve Elliot’a geçiş yapıldığı anda hangimiz geri döndüğümüzü hissetmedik? Bizim hikayelerimiz de böyle. Kayboluyoruz, boğuluyoruz, yükler altında eziliyoruz ama Vigilante Hacker’ın direnci gibi biz de hep geri dönüyoruz. Bazen eksilerek yaşıyor, kalan parçalara dönüşüyoruz ama o kalan parçalar olarak biz de kendimizi ve hayatı dönüştürdükçe varlığımızdan gurur duyabiliriz.
Kıssadan hisse; teşekkürler dostum Elliot, teşekkürler Darlene, Krista, Tyrell, Angela, Vera, Shayla ve diğerleri… Teşekkürler Mr. Robot!
Ne diyorduk;
Goodbye, friend…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.