39 Basamak, bir deli dolabının sahneye dönüştüğü, kostümlerin ve dekorun dile geldiği, tiyatronun hafızasının oyunun bütün kollarına, bacaklarına sızdığı bir şenlik!
Dün akşam Caddebostan Kültür Merkezi’nde 39 Basamak oyununu izlemeye giderken bir deli dolabına gireceğimin az çok farkındaydım. Silahların patladığı, kostümlerin bir askıda üst üste takılıp döne döne yüz değiştirdiği, kutuların oradan oraya uçuştuğu, tuhaf çalıların taklalar atıp, bir nehrin iki ucunun birbiriyle kavga ettiği bir dolaptı bu. Dolabın içindeydim! Dolabın içi, onlarca rolün birbiriyle tantana ettiği ve bunu kendilerine has bir dansla yaptığı bir sahneydi. Engin Hepileri, Demet Evgar, Okan Yalabık ve Bülent Şakrak, bu oyunda metin üzerinde yazılı karakterlerden çok bütünüyle bir oyunun kollarını, bacaklarını canlandırıyorlardı. 39 Basamak üzerinde bin türlü dolap, bin türlü numara dönerken, o kollarda ve bacaklarda tiyatronun hafızasından manzaraları izlediğimi hissettim.
İngiltere’de dokuz yıl sahnelendi
Dört oyuncu; Engin Hepileri, Demet Evgar, Okan Yalabık ve Bülent Şakrak’ın “Müşterek” adı altında ortak bir girişimle Mehmet Birkiye yönetmenliğinde sahneye koyduğu 39 Basamak’ın hikayesi, İskoç yazar John Buchan’ın yazdığı aynı isimli romana dayanıyor. 1935 yılında Alfred Hitchcok’un beyazperdeye de uyarladığı hikaye, daha sonra Patrick Barlow’un kaleminden, hem romandan hem filmden esintilerle tiyatro sahnelerine taşınmış. İngiltere’de West End sahnelerinde dokuz sene sahnelenen oyun, bu özelliği ile burada en uzun sahnelenen beşinci oyun konumunda. Türkiye’de daha önce Kent Oyuncuları tarafından sahnelenen oyunla bugün Müşterek Tiyatro tarafından sahnelenen oyunun kadrosunda yalnızca bir değişiklik var. O da Richard Hannay rolünde Hakan Gerçek’in yerine Engin Hepileri’nin geçmesi, ki aslında sadece sahne arkası ile (dış sesler) yer değiştirmişler.
Parmak uçlarında yürürcesine
39 Basamak’ın hikayesi, 1935 İngiltere’sinde bir tiyatro sahnesinde başlıyor. Richard Hannay (Engin Hepileri), sakin sakin sahnede olan biteni izlerken bir silah patlıyor. Gizemli bir kadın karakter olan Annabelle’in patlattığı silah ile oyunda oradan oraya uçuşacağımız olaylar silsilesi de akmaya başlıyor. İngiltere’den İskoçya’ya savrulduğumuz hikaye boyunca Richard Hannay, bir cinayet şüphelisi olarak sürekli kaçıyor ve kimliğini gizlemeye çalışıyor. Engin Hepileri, “ışığa göre değişen ela gözleriyle” bütün oyunu parmak uçlarında yürürcesine oynuyor. Hafif adımlar, zerafetten ödün vermeyen oyuncu jestler ve çapkın bakışlar bir vücutta birleşirken, oyunun tek sabit karakteri Hepileri de, sahneden sahneye geçen hafif bir uçurtmaya dönüşüyor.
Evgar ve aşkın versiyonları
Hikaye boyunca Richard Hannay’nin hayatına üç kadın giriyor. Üçü de Demet Evgar! Önce tuhaf aksanlı yüksek sosyete Annabelle Schmidt; sonra beden dili kalın hatlı, taşralı ve uzaklara meraklı Margaret ve en son kolay güvenmeyen, şüphelinin yol arkadaşı şüpheci Pamela. Evgar’ın canlandırdığı üç rol, bu kriminal bulmaca içinde Hannay’nin aşk arayışı ile kesişerek, oyunbaz bir hava oluşturuyor. Dolaptaki üç dişi kostüm, sırayla başrolün kostümü ile dans ediyor, jestlerle, mimiklerle oyunlar yapıyor. Ancak bu aşk hikayesinin anahtarı ne o cilveler ne o havada uçuşan sözler olacak. Dolapta kostümlerin cebine zıplayan küçük bir pipo, doğru zamanı kollayarak kilit rolü kapacak.
İki sihirbaz şapkası
Oyunda geriye kalan bütün rolleri (ki hayli fazlalar), Okan Yalabık ve Bülent Şakrak oynuyor. Deli dolabının içindeki biri uzun biri kısa ama birbirinden ayrılamayan iki sihirbaz şapkası gibi sürekli yeni icatlarla karşımıza çıkıyorlar. Profesör, gangaster, otel işletmecileri, polis, kondüktör, çalı, nehir… Neler neler! Beş saniye içinde Yalabık’ın vücudunun iki yarısının iki karakter olduğu anlar izliyoruz. Şakrak ve Yalabık arasındaki güzel ve rengarenk enerji, Hepileri ve Evgar arasındaki oyunbaz enerji ile birleşerek bütün oyunu bir duygular ve renkler geçişine çeviriyor.
Saf bir enerjisi var
Mehmet Birkiye’nin yönetmenliğinde sahneye konan 39 Basamak, sık sık kendisiyle de dalga geçen bir oyun. Sanki metnin mürekkebi bile cilveli, oyunbaz! Bir oyunu buluşturan bütün katı çizgiler, esnek bir hal alıyor. Oyuncular dekora, dekorlar sahneye atlayan oyunculara dönüşüyor. Öte yandan hem kabarelere selam çakan, tiyatronun özüne ait ham, saf bir enerjisi hem de yenilikleri tadında ve eğlenceli kullanan incelikli bir reji yönetimi var. Oyuncuların birbirlerine takıldıkları ve zaman zaman doğaçlama eklemeler de yaptıkları bu eğlenceli, şenlikli oyunu kaçırmamanızı tavsiye ederiz.
Yıldız Kenter’in ardından…
Dün akşam ayrıca bir büyük kaybın da yaşandığı, Yıldız Kenter’in hayata gözlerini yumduğu akşamdı. Oyunun sonunda Engin Hepileri’nin yaptığı ve kısa ve öz konuşmanın ardında salonda bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Bir devir kapandı diyebiliriz kolayca ama bu bir kabulleniş olur. Gidenlerin ardından daha çok yaptıklarına saygı duymayı ve oradan ileriye bakmayı tercih ediyorum. Dün akşam Yıldız Kenter salonda gözyaşlarıyla selamlanırken, aslında tiyatronun ışığının cam fanuslara da konsa hiç sönmeyeceğini düşündüm. Bir kez icat edildikten sonra milyonlarca kez icraat edilen bu sanatın artık ustasından öğrenciye geçe geçe kollara, bacaklara sinmiş bir hafızası, o hafızanın dansında açığa çıkan bir ışığı var. Mesele bizim onu nereye koyduğumuz, koyacağımız. Şehirlerin, sosyal hayatın can damarlarında ne kadar yer verdiğimiz ya da sanatçısına ne kadar değer verdiğimiz. Güzel işler her zaman yapılacak. Biz de yapabiliriz, bu yazıyı okuyan kişi de yapabilir. Nereye koyacağımız belki bizi tek başımıza aşan ama yine de tek tek her birimizden başlayan bir mesele…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.