Eda Çığırlı kolaj

Bir üretim süreci: Chermayeff, Parman, ev ve bahçe

Sanatsal üretimin sancıları, okumalar ile keşfedilen yakınlıklar, bir karşılaşma ile başlayan altmış eserlik üretim süreci… Kaygı ve korkulardan merak ve özgürlüğe çıkan kapılar…

Önüme koyduğum beyaz kâğıtların boşluğuna dalıp kayboluyorum. Boş kâğıt üzerinde şekillenecek olan birbirinden bağımsız fotoğrafların neye, nasıl dönüşeceğine dair merak içinde olmak zaman kavramını ortadan kaldırıyor. Sanki yüzyıllardır içimde sıkışıp kalmış bir kütle oyulmuş ve parmaklarıma tanımsız bir ritimde akıyor. Boş kâğıtlar üzerinde merak içindeyim. Parmaklarımda ve kalbimde muzip bir ritimle dolaşan akışkan bu üretim merakı, kendisini nasıl dönüştürecek? Rahatlıkla yazdığım kelimelerin birazcık derinine dalma isteği ile belirtmek istiyorum ki, bir sanat yapıtı sanıldığı kadar kolay ortaya çıkmıyor.

Sanat yapıtının, sanatçısı tarafından hayli sancılı bir evreden geçtikten sonra ortaya çıktığını pek çok kez deneyimledim. Bu konu hakkında şimdiye kadar birçok kuramcı kafa yordu.  Birbirinden bağımsız farklı görüşler kaleme alındı. Zaman zaman sanatçıların da belli dönemlerini yazıya döktüklerine tanık olduk. Merak uyandıran, sıra dışı bir konu olduğu için her dönemde yaratıcılık ve üretim sürecinde geçirilen buhranlar, sorgulamalardaki orijinalliğini hep korudu ve bundan sonrada koruyacak gibi görünüyor.

Nevrotik bir çizim korkusunun deneyimi

Her sanatsal üretimin, döneminin sanatçısına özgü metotları, etkilendiği, beslendiği kaynakları var. Bu kaynaklarla beraber kendini bulma arayışı da sanat eserinin ortaya çıkışına dâhil olur.

Ivan Chermayeff bu süreci “Nevrotik bir çizim korkusunun deneyimi”[1]olarak vurgular. Kalemlerle ve fırçalarla kendini güvende hissetmediğini fark eden Chermayeff, farklı malzemeleri kesip birleştirerek çizim yapmaya başlar. Renkli kâğıtlar ve zımpara kâğıdından kolajlar yaparak bu korkuyu yavaş yavaş yener.  Sanatçı, çizim korkusuna karşılık kolaj yaparak bir tür savunma mekanizması üretir.

Chermayeff’i tanıdığımda onun yolculuğunda kendimi buldum. Benzer kaygıları sıklıkla yaşamıştım. Kolaj üretimlerimde ise içsel bir sakinlik, hafiflik ile karşılaştım.

Her karşılaşma huzurlu olmaz

Büyük yüzeylerde boya ile kurulan ilişki çoğunlukla gerilimli olabilir. Kimlik arayışı hem sanat eserinde hem de sanatçıda çıldırtıcı bir etki yaratabilir. Böyle anlarda yaşanan sancı ile üretimi sürdürebilmek pek kolay değildir. Her karşılaşma her zaman sakin, huzurlu ve verimli olmaz.

E.H. Gombrich, Sanat ve Yanılsama kitabında İngiltere’nin en özgün genç sanatçılarından Lucien Freud’dan bahsederken onun sözlerinden alıntı yapar. ”Sanatçı, bir sanat eserini yaratma sürecinde hiçbir zaman mutlak anlamda bir mutluluk anı yaşamaz. Gerçi yaratma eylemi sırasında buna benzer bir duygu vardır içinde; ama eserin tamamlanma anı yaklaştığında bu duygu da uçup gider. Çünkü sanatçı o zaman yarattığının yalnızca bir resim olduğunun bilincine varır. Oysa o ana değin neredeyse canlanacağını umut etmiştir.”[2]

Kaygı ve korkularımızın yaşamla, insanlarla ilişkimizi belirlediğini pek çok kez deneyimledim. Bazı zamanlarda yüksek kaygı ve korkularım insan ruhunu daha fazla anlamaya itti. Sanat kadar psikoloji de ilgimi çekmeye başladı. Merak kelimesinin ilk tohumları insan ruhuna derinlemesine giden bu gizemli ve analitik yolda atılmış olabilir mi? Durdurulamaz merak ve coşkulu sabırsızlığım ile yaşama dair beklentilerimin birleşerek şimdilerde kolaj üretimlerimde kendini var ettiklerini gözlemliyorum. Tüm karşılaşmaların kendi içinde önemli nedenleri vardır değil mi?

Psikanaliz ve yaratıcılığı anlamlandırmak

Talat Parman, Sanatsal Yaratıcılık ve Psikanaliz makalesinde “Çünkü psikanaliz insanın var oluşu, insanın deneyimi ve insanın yaratıcılığını anlamlandırmayı hedefler.”[3] diyerek makalenin devamında sanatsal sürecin evrelerini psikanalitik açıdan tanımlar.

Parman, sanatsal sürecin evrelerini incelikle anlatır. Bu anlatımlarda kendimi buldum. Derinlere dalmayı seven birçok insan gibi ben de Freud’u anlamaya çalışarak kendi sürecimi doğal sentezlerden geçiriyorum.

Avangart sanat akımı, Sürrealizm’de sıkça Freud’un bilinçdışı kavramı kullanıldı. Sürrealist anlayışla üretimler gerçekleştiren sanatçılarsa kendi oyun hamurlarını şimdiki zamana aktarabildiler. İçimizdeki boşluğun çocuklukla büyük ilgisi vardı ve duyguların insan bedeninden yüzeylere taşan sıra dışı hali odak noktasını genişletti. Psikoloji sanat arasında oluşan köprüye dair 1924‘te Andre Breton Sürrealizm Manifestosu’nu yayınladı. Anılar, anlamlar, temel güdüler ve daha pek çok konunun sanatsal sentezi sanatçıların yapıtlarında görünür oldu.

eda çığırlı kolaj

Bir karşılaşma ve etki alanı

O süreçte öne çıkıp günümüzde de yerini koruyan sanatçılardan etkilenmemem imkânsız! Gerçeklik ve yanılsama algısı eserlerimi oluşturmamda beslenme kaynağı oldu. Bu süreçte merakım daha da arttı ve en diplere indi. Araştırma alanı genişledi, okunan kitaplar çoğaldı, seminerler takip edildi, eğitimler, analizler, çözümlemeler derken merak duygusu sakinleşti. Bir yolculukta azıcık yol kat etmek gerekti anlamın çoğalması ve içimizdeki kördüğüm sandığımız duygu nesnelerinin yer değiştirebilmesi için. Evet, merakım sakinleşti ve berrak bir kış akşamında yaratıcılığı teşvik eden doğal bilgi akışının oluşacağı insanla, Talat Parman ile yollarımız keşişti. Elbette ki bu kesişmeden önce kendisinden ve yazılarından haberdardım. Ne hoş tesadüf ki kendisiyle karşılaşmadan daha iki gün önce bir makalesini okumuş ve etkilenmiştim. Ancak vakti zamanında yapmış olduğum okumalar şimdilerde sahiplendiğim yaratıcılığı tetiklememişti. Salt bilgi ruhumda, algımda bir döngü içindeydi. Belki de soruların, cevapların, merakların, korku ve kaygıların dışında kalarak bilgileri sahiplendim. Bu değerli karşılaşma ve algımda etki alanı oluşturan bilgiler altmış esere dönüştü.

Nasıl mı? Önce, Talat Parman 7 Şubat tarihinde atölyemi ziyaret ettiğinde yanında getirdiği kitaplarını imzalayıp bana hediye etti. İlk Psikanalitik Denemeler kitabını okumaya başladım. Kitabı okurken kırmızı kalemle her satırın altını çizer haldeydim. Kelimelerde coşan ve aynı zamanda sakinleşen ruhsal yalnızlığımın sanatıma bir yol olmaya başladığını o an anladım. Sanata ilgisi olan, sanatçıyı duyumsayabilen ve edebi bir dile dönüşebilecek yaratıcı makaleler yazmış bir psikanalistle karşılaşmak mutluluk vericiydi.

Üç haftalık üretim süreci

Öznellik ve nesnellik, haz ve gerçek, arzu ve yasak arasında bir denklik, uyum arama çabasıdır söz konusu olan.”[4]

Parman’ın kitabı bu önsözle başlıyordu. Okuduklarımla beraber kendimi zihinsel bir boşluğun içine attım. Küçük salonumun her yanı kağıt parçalarıyla doluydu. Zihnimdeki boşluğa daha fazla daldım. Kendimle dahi konuşmuyordum. İçimde durdurulamaz bir üretme isteği oluştu. Büyük kütleli karşılaşmalar yaşıyordum. Asıl büyük uyumlanmayı ise Parman’ın Psikanaliz Yazıları – Psikanaliz ve Sanat Dergisi’nde  “Psikanalist ve Sanatçı- Belli Bir Cinayetin Savunması”[5] başlıklı makalesinde yaşadım.  Dünyaya ve kendime dair duyduğum yalnızlığım azalıyordu. Belki daha öncesinde okumuştum bu yazıyı ama emin olamıyordum. Sadece şimdilerde bilgilerin hayatımda huzur dolu bir yer açtığını biliyordum. Her okuma sonrası saatlerce birbirinden bağımsız fotoğrafları kesip biçiyor ve yeni bir kompozisyon yapıyordum. Hiçbir amaç yoktu içimde. Başarılı olma kaygısı, eserin kötü olma ihtimali ortadan kalkmıştı. Bir denge vardı. Kalbimde bir yer kanıyordu, bir başka yer ise yeşerip çiçek açmaya hazırlanıyordu. Sessiz bir yüzleşmenin uçsuz bucaksız boşluğuna baktım günlerce. Altını çizdiğim yerleri zaman zaman birkaç kez okudum ve sonra elimdeki malzemelerle üretime tekrar döndüm. Üç haftalık üretim altmış eserle sonuçlandı.  Kitaptaki bilgiler duygularımla uyumlandı ve akması gerekenler sadece aktı. Bağımsızlığını ilan eden tay gibiydim. Rüzgârın alnında duran tepelere koşan tay gibi… Zihinsel boşluğumun alegorisinde çınlayan bazı cümleler vardı. Oldukça mizahi bir yaklaşım sergiliyordum dünyaya karşı. Evlendirme dairelerinde ve kiliselerde gerçekleştirilen yemin töreninden kesitler gibiydi cümleler. “Gerçekliğini doğrulayan ve yolculuğunu onaylayan insanların arasında hiçbir baskı altında kalmadan kendi varlığımın gerçekliğini her haliyle kabul ediyorum. Yaşamın tüm ihtimallerinden beslenerek midemde çıkan zeytin ağacına ve o ağacın bereketine ve yüzyıllık sanat tarihi kitaplarındaki beyaz renkli tavus kuşlarına evet diyorum ve yaşamdaki devamlılığımın eziyetsiz, evsiz yurtsuz günahlarını yol boyunca meskenine giden çalışkan karıncalara bırakıyorum.” diye haykırıyorlardı. Ev kelimesi günlerce etrafımda dönüp dolaştı.

eda çığırlı kolaj

Başka insanlarda çoğalmak

Parman, Psikanalitik Denemeler kitabında evi tanımlıyordu büyük bir içtenlikle. “Evlerimiz bir açıdan kim olduğumuzu gösterir. Kim olduğumuzu ve elbette kendimizi nasıl tanımladığımızda. Ev ikinci derimizdir. Çünkü ev bizi anlatır. Derimiz gibi, dokumuz, kokumuzu verir. Pencereler, gözlerimiz; kapı, ağzımız gibidir. Ev insanların öykülerini de anlatır. Çünkü mekân hiçbir zaman masum değildir ve insana sürekli müdahale eder; onda kalıcı izler bırakır. Yaşam alanını belirlemek ve onu savunmak, bedenini, kimliğini korumak demektir.”[6]

Bu satırlarda kalbim ağrıdı ve nedensizce ağlamak istedim. Satırlar içimde büyücüsünün elinden kaçmış arsız çocuklara dönüştü. Benim içini nsanın evi yeteneğiydi. O evin anlamı, çatısıyla, aşkıyla, tutkusuyla başka insanlarda çoğalmaktı.

“… Yaratıcı sürecin gücü ve yoğunluğunun yanı sıra, sanatçıların kendilerinin de düşüncelerini, imgelerini, düşlerini veya karabasanlarını dünyaya dayatan şiddet dolu bireyler olduklarını öne süren Joyce McDougall, bu noktadan yola çıkarak neden yaratıcı edimin kaygılar ve ruhsal çatışmalarla dolu olduğunu da açıklamaya çalışır.”.[7]

Parman’ın makalesi sayesinde McDougall’ın sanata yaklaşımı hakkında daha geniş bilgilere sahip olmak algı çemberimi genişletti. Bu bölüm John Berger’in Görme Biçimleri’ni anımsattı.

Bazen boşluk ve zaman içinizde tarihselleşir ve enteresan çağrışımlarla beraber isimler birbirini kovalar. Böyle durumlarda ruhsal açlığı gidermek pek kolay olmaz. Tatminsizlik başlar ve yetinemezsiniz. Daha az uyumayı ve daha da az konuşmayı istemek gibi kendine dönük olma halinin yabancısı oluverirsiniz.  Kendimizi dile getirmek isterken eşit oranda da kendimizi yok edebiliriz.  McDougall’a göre sürecin devamlılığı “rastlantılarla dolu bir aşk öyküsü”dür.

Bunlar kimi kez düşmanca, kimi kez dostça bir tutum takınırlar. Sanatçı yapıtını sergilemeden önce bu iç dünyasıyla savaşır. Ancak o yapıtıyla yalnızca iç dünyasını ortaya koymak çabasında değildir, aynı zamanda yapıtının kitle tarafından beklenildiği ve beğenileceği düşüncesine de sahiptir. Ama bunun da çatışmasız bir durum olduğunu söyleyemeyiz.” Makalenin devamında bir başka kısımda ise; “Tüm sanatçılar dış dünyayı dinlerken, bir yandan da kendi iç dünyalarını oluşturan algılarına, duyumlarına, bedenselleştirdikleri düşüncelerine de kulak kabartırlar. Çünkü bilirler ki, kendi bedenini dinlemek özünde yaratıcı bir edimdir. Ama iç ve dış dünya arasında bu gidiş geliş kimi kez bir yutma, bir yok etme eylemi olarak da yaşanabilir ve o nedenle kaygı uyandırır.”[8]

Bahçe, bitkiler, kelimeler…

Bin bir çeşit bitkinin var olduğu şifalı bahçede yürüdüm. Zehirli otlar kadar tılsımlı çiçekleri de tanıdım. Elime bir sepet aldım, ruhum önümde yürüdü. Hem içimizde hemde dışımızda fazlalıklar vardı ve “Bilmiyorum” kelimesinin hayatımda yarattığı karmaşaya karşılık gelecek olan bitkileri yürürken topladım. Uçan kuşlar, kelebekler ve tabiki böcekler eşliğinde! Dikensiz bir hayat mümkün mü? Bu yürüdüğüm bahçede bitkiler üzerinde kelimeler asılıydı. Beni tanımlayabilen kelimelere gittim. Hayatımda karşılığı olan her bir kelimeyi duygusuyla beraber aldım. Benim de içimde taşıdığım karanlığa ait olan kelimeleri bir bir dikenleriyle çıkarttım. Ezberlediğim bir hayat vardı ve ezberi bozmanın zamanı gelmişti. Daha önce karşılaşmadığım bu sakinlikte tüm insanlar tanıdıktı. Anlam bulmak varoluşsal bir karşılıktı. Ellerim özgürlüğü biliyordu ve her duyguya yöneliyordu. Üretirken ağlıyordum. İçimden gelen yalnızca buydu…

eda çığırlı kolaj

NOT: Paylaştığım kolajlar Talat Parman’ın Psikanalitik Denemeler adlı kitabından esinlenilerek gerçekleştirdiğim kolaj üretimlerimden üç tanesidir. Bu üç eser Parman’ın koleksiyonunda bulunmaktadır. Eserlerin üretim hikâyesini kısa bir metin olarak ele aldım. Zamanda kayıtlı olmasını istediğim ve gerçekliğini hep anımsayabileceğim bu değerli paylaşımın süreçleri böylelikle yazıya döküldü.

NOT: Not: Bilgisini ve sanata dair yaşam deneyimlerini sakınmadan benimle her zaman paylaşan Nilgün Yüksel’e minnettarım. Sanata dair tutkulu yolculuğumda gelişimimde önemli katkıları var. Hayata ve kendisine teşekkür ederim.


[1]Chermayeff, I. (2007).Nevrotik Bir Çizim Korkusu.Asklepios Tıp Kültürü Dergisi, 14, 86-101.[2]Gombrich, E.H.(1992).Sanat ve Yanılsama. (Çev. Ahmet Cemal). İstanbul:Remzi Kitabevi.
[3]Parman, T. (2005). Sanatsal Yaratıcılık ve Psikanaliz. Psikanaliz Yazılar, I, 10, 99-111.
[4]Parman, T. (2004).Psikanalitik Denemeler.İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
[5]Bkz.Parman, T. (2009).Psikanalist ve Sanatçı Belli Bir Cinayetin Savunması.Psikanaliz Yazıları, 18, 15-22.
[6]Parman, T. (2004), Psikanalitik Denemeler, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.
[7]Parman, T. (2009),Psikanalist ve Sanatçı Belli Bir Cinayetin Savunması.Psikanaliz Yazıları.18, 15-22.
[8]agm. 15-22.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Habersiz kalmayın
Bütenimize abone olun